Yazar: Mustafa DOĞAN
Dünyanın
farklı yerlerinde yaşanan iç savaşlar, kimi devletlerin halklarına yönelik
uyguladıkları insanlık dışı muameleler büyük trajedilerin yaşanmasına netice
vermektedir. Bazı ülkelerde bu olaylar kısa sürede sonuçlanıp devletler kendileri
çözüm bulabilirken, çoğu zaman bu mümkün olamamaktadır. Çözüm sürecinin uzaması
halinde özellikle yaşlı, kadın ve çocuklar gibi dezavantajlı grupların
korunması ve onların insan haklarına ve onuruna uygun bir yaşam sürmelerinin sağlanması oldukça zorlaşmaktadır. Bu durumlarda öncelikle yerel hükümetlerin
talebi veya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin resen alacağı bir karar ile
güvenli bölgeler oluşturulup, bu alanlara sığınan insanların korunması amacıyla
Barış Gücü harekatları tertip edilmektedir.
Barış
gücü harekatları BM Güvenlik Konseyinin veya BM Genel Kurulunun kararı ile
oluşturulmaktadır. Bu güne kadar yapılan Barış Gücü harekatlarının neredeyse
tamamı Güvenlik Konseyi kararı ile tesis edilmiştir.
Barış
gücü harekatları sıcak çatışmaların kesilmesinden sonra oluşturulup kalıcı
barışın tesisine kadar sürmektedir. Barış gücü hakeratlarında sivil ve askeri
unsurlar görev almaktadır. Barış güçlerine BM Genel Sekreterine karşı sorumlu
olan ve Genel Sekreter tarafından görevlendirilen bir harekat komutanı komuta
etmektedir. Bu harekatlardaki askeri personel sadece savunma amaçlı ve ağır
silah niteliği taşımayan askeri donanıma sahiptir. Birlikler Güvenlik Konseyi
veya Genel Kurul tarafından harekat kararı alındıktan sonra Genel Sekreterin
çağrısı üzerine üye devletlerin gönüllü katkısı ile birlikler
oluşturulmaktadır. Görevin yapılacağı devlet,
askeri veya sivil unsur gönderme isteğinde olan devletlerin sağlayacağı
katkı konusunda muhalefetini bildirmesi halinde, birliklerin oluşumunda bu
istek dikkate alınmaktadır.
Barış
gücü harekatlarının temel görevi masum sivillerin korunması olup, görev
yaptıkları ülkelerin rızalarına uygun hareket etmekle yükümlüdürler. Barış gücü
mensupları meşru savunma dışında silah kullanamazlar, görevlendirildikleri
ülkenin iç işlerine müdahale olarak değerlendirilebilecek hiçbir davranışta
bulunamazlar. Bunlar temel ilkelerdir.
Barış
gücünde görev yapan askeri ve sivil personelin hukuki statüsü ise Güçlerin
Statüsüne İlişkin Çerçeve Sözleşme ile belirlenmektedir. Harekatın yapılacağı
devlet ile Genel Sekreterlik arasında bu çerçeve sözleşme imzalanmaktadır.
Tarafların iradesine göre hizmet verilecek devlet ile Genel Sekreterlik
arasında ayrı bir sözleşme de imzalanması mümkündür. Harekatın genel çerçevesi
ise Genel Sekreterlik direktifleri ile şekillenmektedir.
Barış
Gücü harekatlarında görev yapan personel
temelde ikiye ayrılmaktadır. Bunlar askeri personel ve sivil personeldir.
Askeri personel, Genel Sekreter tarafından görevlendirilen Barış Gücü komutanı
ve komuta kademesi ile harekata katkı sağlayan devletlerin komuta kademesi ve
erlerinden oluşan askeri unsurları ifade etmektedir. Sivil personel ise, Genel
Sekreterlik tarafından görevlendirilen idari personel ile devletler tarafından
görevlendirilen idari ve sağlık hizmetlerini yürüten personel ile toplum
polislerini ifade etmektedir. Sivil personele,
UNICEF gibi gönüllülerden oluşan BM yardım kuruluşları ve Sınır
Tanımayan Doktorlar gibi STK'lar da dahildir.
Barış
Gücü harekatlarının amacı, harekatın yapıldığı bölgedeki insanların yaşadıkları
acılara son vermek ve onları korumak iken kimi zaman harekatlarda görev alan unsurların bizzat
kendileri insan hakları ihlallerine sebebiyet vermektedir. Barış gücü unsurları
hakkındaki insan hakları ihlalleri ciddi anlamda ilk kez
1990’larda Bosna Hersek ve Kosova’da yürüttükleri görev sırasında ortaya
çıkmıştır. Bu bölgede görev yapan Barış gücü unsurları cinsel istismar suçunu irtikap ettikleri iddiası ile karşı
karşıya kalmışlardır. Kosova’da 2007’ye gelindiğinde ise barışı koruma
operasyonunda görev yapan Romanya’lı askerler iki göstericiyi plastik mermi ile
vurarak öldürmüştür. 1993'de ise iki
Kanada askerinin Shidane Arone isimli 16 yaşındaki bir Somalili genci, ırkçı
saiklerle ve işkence yaparak öldürdükleri
tespit edilmiştir. Yakınmaların artması üzerine gözler barış güçlerinin görev
yaptığı diğer ülkelere çevrilmiş ve Mozambik, Kamboçya, Fildişi Sahilleri,
Haiti, Doğu Timor ve Liberya’dan da
benzer yakınmalar gelmiştir. Batı Afrika’da görev yapan barış gücü görevlileri
hakkında ileri sürülen cinsel istismar iddialarının araştırılması sonucunda
ulaşılan bilgiler esas alınarak Genel Kurul tarafından 22 Mayıs 2003’te alınan
A/RES/57/306 sayılı karar ve bu karara istinaden Genel Sekreterlik tarafından
yayımlanan ST/SGB/2003/13 sayılı Bülten ile
cinsel saldırı eylemlerinin tanımı yapılmış, bu tür eylemler kesin bir dille yasaklanmış ve
soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmesi gerekliliğine ilişkin kurallar
belirlenmiştir. Demoktratik Kongo Cumhuriyetinde görev yapan barış gücü
askerleri hakkında da yerel halka yönelik cinsel istismar suçlamaları gündeme
gelince 2004 yılı Temmuz ayında Genel Sekreter Kofi Annan Ürdün Daimi
Temsilcisi olan Prens Zeid’e iddiaları araştırma görevi vermiş, elde edilen
bilgiler raporlanmış ve rapor Genel Sekreterlik tarafından 24.03.2005 tarihinde yayınlanmıştır. Bu rapor
hazırlayandan dolayı Zeid Raporu olarak bilinmektedir. Raporda Demokratik Kongo
Cumhuriyetinde görev yapan barış gücü askerlerinin 1 veya 3 Amerikan Doları,
bir ekmek, bir öğünlük yemek veya gündelik ücretli bir iş sağlama karşılığında
çocuk ve kadınlarla cinsel ilişki yaşadıkları tespit edilmiş, mağduriyetleri
ortaya koyan beyanlar alınmıştır. Raporda
barış gücü harekatında görev yapanlardan 16 sivil görevli, 9 polis ve 80
asker hakkında cinsel istismar eylemi gerçekleştirdikleri iddiası soruşturma
konusu yapılmıştır. Bu istismar iddiaları mağdurlarının %45’inin 18 yaşından
küçük olduğu tespit edilmiştir. Son
olarak UNİCEF yetkilileri Orta Afrika
Cumhuriyetinde görev yapan Barış Gücü'nün görev bölgesinde bulunan 98 kız
çocuğu ile yaptığı mülakatlarda ve araştırmalarda, görevli Fransız ve Gabon'lu askerlerin 4 kız
çocuğunu bir köpekle cinsel ilişkiye girmeye zorladıkları ve köpeğin tecavüzüne
uğrayan kızlardan birinin bu olaydan sonra bilinmeyen bir sebepten öldüğü
yönündeki tespitlerde bulunulduğu bildirilmiştir. Bu
ilk kapsamlı raporların ardından Birleşmiş Milletler bu konuya daha
hassasiyetle eğilmiş, ulaşan şikayetler
ve ortaya çıkan iddialar üzerine mümkün olduğu kadar üzerleri örtülmeden kayıt altına alınıp ve gerekli
soruşturmaların yapıldığı ifade edilmiştir. Genel Sekreterlik, yıllık olarak
cinsel saldırı iddialarını raporlayıp, iddialar ve soruşturmalar konusunda
kamuoyunu aydınlatmaktadır. Bu kapsamda Genel Sekreterlik 16 Şubat 2016 tarih
ve A/70729 sayılı Bülteninde yapmış olduğu açıklamaya göre 2011 yılında 75, 2012 yılında 60, 2013 yılında 66, 2014 yılında 52, 2015
yılında ise 69 cinsel istismar iddiasının ulaştığından bahsedilmektedir. Bu
rakamlarla ilgili olarak istatistiklerde aynı mağdura yönelik, birden fazla
failin karıştığı tek olayın tek istismar gibi gösterildiği, tek failin birden
fazla mağdura yönelik istismar eylemlerinin tek olay gibi değerlendirildiği
yönünde eleştiriler yapılmıştır.
Yukarıda
belirtilen olaylar ve bu olaylar neticesinde ulusal ve uluslararası medya
organlarında yapılan haberler, barış gücü görevlilerinin işledikleri suçlarla
ilgili iddialar cinsel istismar suçları üzerinde yoğunlaşmış ve bunun neticesi
olarak barış gücü görevlilerinin cezai sorumlulukları cinsel suçlar üzerinden
tartışılmış ve tartışılmaya da devam etmektedir.
Yukarıda
anlatımı yapılan sorunların tespiti madalyonun sadece bir yüzünü ortaya
koymaktadır. Öbür yüzünde ise konu daha karmaşıklaşmaktadır. İnsanları korumak
ve muhafaza etmekle görevli ve bu yönü ile kutsal bir görev ifa eden barış gücü
unsurlarının eliyle işlenen böylesi vahim suçların soruşturulması maalesef
tatmin edici olamamaktadır. Bu konuyu
biraz daha açmak gerekirse Genel Sekreterlik tarafından bizzat görevlendirilen
ve temsilcisi sıfatı taşıyan personel, Birleşmiş Milletlerin Ayrıcalık ve
Muafiyetlerine dair Sözleşme’nin 17 ve devamı maddeleri gereğince, BM personeli
olarak kabul edilmekte olup bu nedenle
oldukça geniş bir dokunulmazlık zırhına sahiptir. Bu personel açısından
ciddi iddialar ileri sürülmemiştir. Asıl önemli ve harekatların hemen tamamını
oluşturan askeri ve diğer sivil unsurların böylesi diplomatik dokunulmazlık
kalkanı olmamasına rağmen onlar hakkında da etkin soruşturmalar
yürütülebildiğini söylemek çok da mümkün değildir. Şöyle ki, asker ve sivil
unsurlar açısından durum değerlendirildiğinde, irtikap edilen suçların hemen
tamamının şahsi suç olması, mülkilik ve mağdura göre şahsilik ilkeleri
gereğince yerel makamların yargılama hakkına sahip oldukları ve buna saygı
gösterildiği ifade edilse de, görev yapılan bölgenin zaten yerel otoriteden
mahrum olması, devlet idarelerinin çoğu zaman işlemez halde olması karşısında
olayların soruşturulması etkin bir şekilde başlatılamamakta ve
sürdürülememektedir. Durumun ortaya çıkması üzerine unsurun bağlı olduğu
devletler, faile göre şahsilik ilkesi gereğince, olayın soruşturmasını derhal devralmakta ve failleri birlikten ayırarak
kendi ülkesine göndermekte yargılamaya ilişkin süreci kendi ülkesinde
işletmektedir. Suçluların iadesi gündeme
geldiğinde ise vatandaş iade edilmez kuralı işletilmektedir. Bu durum çoğu kez
suçun işlendiği yer ile failin yargılandığı yerin farklı olması, delillerin yetersiz
toplanması, olayın yargılama dosyasına muğlak ifadelerle yansıtılması nedeniyle
failler cezasız kalmakta veya çok basit cezalarla olaylar geçiştirilmektedir.
Yukarıda örneği verilen Kanadalı askerler tarafından gerçekleştirilen işkence ile
öldürme olayına ilişkin Kanada Askeri Ceza Mahkemesi faillere sadece 5'er yıl
ceza vermekle yetinmiştir.
Genel
Sekreterlik bu konulardaki hassasiyetini ısrarla ortaya koymakta ve faillerin
tespiti halinde harekat komutanları tarafından tutuklama ve soruşturmanın
başlatılması işlemlerinde gereken duyarlılığın gösterilmesi hususunda direktifler
yayınlamakta ise de dünya kamuoyu bu konuda tatmin edilememiştir. Bu konuya
verilebilecek en önemli örneklerden biri, Bosna Hersek'de cinsel istismar
suçlarından sorumlu tutulan Amerikan askerleri hakkındaki iddialar yüksek sesle
gündeme getirilip, Barış Gücü mensuplarının işlediği bu tür suçların Roma
Statüsüne dahil edilmesi gerektiği görüşleri ileri sürülmüştür. Amerika'nın bu
konudaki tepkisi oldukça sert ve net olmuş, soruşturmayı kendisinin yapacağını
aksi bir yaklaşım halinde barış gücündeki birliklerini ve desteğini geri çekeceğini
ve Güvenlik Konseyindeki gücünü kullanacağını ifade etmiştir. Benzer olaylarda çoğu kez verdikleri desteği bile
kendilerine yük olarak gören diğer devletler de bu tür olaylarda Amerika'nın gösterdiği
yaklaşımın benzerini göstermektedirler.
Sorunların
bu şekilde tespiti üzerine bir kısım öneriler dile getirilmiştir. Bunları şu
şekilde sıralayabiliriz, a) Barış gücüne katılacak olan kişiler hakkında
ayrıntılı sicil dosyaları hazırlanarak bu dosyaya özellikle geçmişleri hakkında
belgeler konulmalıdır, b) Barış gücü unsurlarındaki kadın personelin sayısı
artırılmalıdır, c) Kuvvet gönderen devletler etkin soruşturma konusunda
Birleşmiş Milletler organlarına güvence vermelidir, d) Suçlar hızlı bir şekilde
suç yerinde soruşturulmalı ve faillerin bağlı olduğu devletlere gönderilmeden
sürecin tamamlanması sağlanmalı, bunun için gerekli altyapı desteği
verilmelidir, e) Soruşturmalar failin bağlı olduğu devlet ile suçun işlendiği
devlet yetkilileri tarafından karşılıklı güven esaslarına göre birlikte
yürütülmelidir, f) Uluslararası Ceza Mahkemesinin bu konuda yetkisi
genişletilmelidir, g) Kuvvetlerin Statüsüne İlişkin Çerçeve Sözleşmenin yerine
geçecek yeni bir çerçeve sözleşme hazırlanmalı ve suçların soruşturulması ve
kovuşturulmasına ilişkin hususlar daha net bir şekilde ortaya konulmalıdır, h)
Barış gücüne katılan tüm unsurlara farkındalık artırıcı eğitimler verilmelidir.
Tüm bu önerilerin insancıl hukuk açısından değerlendirildiğinde makul kabul
edilmekle birlikte, ilgili devletler genellikle politik ve ekonomik
gerekçelerle bir çoğuna sıcak
bakmamaktadır.
Sonuç
olarak, savaşların arasında kalmış, çok zor şartlarda yaşam mücadelesi veren ve
büyük çoğunluğu itibariyle dezavantajlı gruplar içinde yer alan insanlara
hizmetle görevlendirilen ve bu yönüyle kutsal bir görevi ifa ettiklerinin
kabulü gereken barış gücü unsurlarının bu şekildeki insan hakları ihlalleri
asla kabul edilemez. İrtikap edilen suçların adaletten kaçırılması ise ikinci
bir suç olarak görülmelidir. Kanaatimizce bu tür olaylarda öncelikle barış gücü
harekatlarının süresi olabildiği kadar kısa tutulmalı ve barışın yeniden tesisi
için BM ve ilgili devletlerin gayretlerini göstermeleri gerekmektedir. Diğer
hususlarda ise yukarıda ileri sürülen çözüm önerilerinin hayata geçirilmesi
halinde sorunlar büyük ölçüde aşılmış olacaktır.
MUN için çok yararlı olacak teşekkürler!
YanıtlaSil