24 Mayıs 2016 Salı

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BARIŞ GÜCÜ GÖREVLİLERİNİN CEZAİ SORUMLULUĞU


                                                                                        Yazar: Mustafa DOĞAN

Dünyanın farklı yerlerinde yaşanan iç savaşlar, kimi devletlerin halklarına yönelik uyguladıkları insanlık dışı muameleler büyük trajedilerin yaşanmasına netice vermektedir. Bazı ülkelerde bu olaylar kısa sürede sonuçlanıp devletler kendileri çözüm bulabilirken, çoğu zaman bu mümkün olamamaktadır. Çözüm sürecinin uzaması halinde özellikle yaşlı, kadın ve çocuklar gibi dezavantajlı grupların korunması ve onların insan haklarına ve onuruna uygun bir yaşam sürmelerinin sağlanması  oldukça zorlaşmaktadır.  Bu durumlarda öncelikle yerel hükümetlerin talebi veya Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin resen alacağı bir karar ile güvenli bölgeler oluşturulup, bu alanlara sığınan insanların korunması amacıyla Barış Gücü harekatları tertip edilmektedir.

Barış gücü harekatları BM Güvenlik Konseyinin veya BM Genel Kurulunun kararı ile oluşturulmaktadır. Bu güne kadar yapılan Barış Gücü harekatlarının neredeyse tamamı Güvenlik Konseyi kararı ile tesis edilmiştir.

Barış gücü harekatları sıcak çatışmaların kesilmesinden sonra oluşturulup kalıcı barışın tesisine kadar sürmektedir. Barış gücü hakeratlarında sivil ve askeri unsurlar görev almaktadır. Barış güçlerine BM Genel Sekreterine karşı sorumlu olan ve Genel Sekreter tarafından görevlendirilen bir harekat komutanı komuta etmektedir. Bu harekatlardaki askeri personel sadece savunma amaçlı ve ağır silah niteliği taşımayan askeri donanıma sahiptir. Birlikler Güvenlik Konseyi veya Genel Kurul tarafından harekat kararı alındıktan sonra Genel Sekreterin çağrısı üzerine üye devletlerin gönüllü katkısı ile birlikler oluşturulmaktadır. Görevin yapılacağı devlet,  askeri veya sivil unsur gönderme isteğinde olan devletlerin sağlayacağı katkı konusunda muhalefetini bildirmesi halinde, birliklerin oluşumunda bu istek dikkate alınmaktadır.

Barış gücü harekatlarının temel görevi masum sivillerin korunması olup, görev yaptıkları ülkelerin rızalarına uygun hareket etmekle yükümlüdürler. Barış gücü mensupları meşru savunma dışında silah kullanamazlar, görevlendirildikleri ülkenin iç işlerine müdahale olarak değerlendirilebilecek hiçbir davranışta bulunamazlar. Bunlar temel ilkelerdir.

Barış gücünde görev yapan askeri ve sivil personelin hukuki statüsü ise Güçlerin Statüsüne İlişkin Çerçeve Sözleşme ile belirlenmektedir. Harekatın yapılacağı devlet ile Genel Sekreterlik arasında bu çerçeve sözleşme imzalanmaktadır. Tarafların iradesine göre hizmet verilecek devlet ile Genel Sekreterlik arasında ayrı bir sözleşme de imzalanması mümkündür. Harekatın genel çerçevesi ise Genel Sekreterlik direktifleri ile şekillenmektedir.

Barış Gücü harekatlarında  görev yapan personel temelde ikiye ayrılmaktadır. Bunlar askeri personel ve sivil personeldir. Askeri personel, Genel Sekreter tarafından görevlendirilen Barış Gücü komutanı ve komuta kademesi ile harekata katkı sağlayan devletlerin komuta kademesi ve erlerinden oluşan askeri unsurları ifade etmektedir. Sivil personel ise, Genel Sekreterlik tarafından görevlendirilen idari  personel ile devletler tarafından görevlendirilen idari ve sağlık hizmetlerini yürüten personel ile toplum polislerini ifade etmektedir. Sivil personele,  UNICEF gibi gönüllülerden oluşan BM yardım kuruluşları ve Sınır Tanımayan Doktorlar gibi STK'lar da dahildir.

Barış Gücü harekatlarının amacı, harekatın yapıldığı bölgedeki insanların yaşadıkları acılara son vermek ve onları korumak iken kimi zaman  harekatlarda görev alan unsurların bizzat kendileri insan hakları ihlallerine sebebiyet vermektedir. Barış gücü unsurları hakkındaki insan hakları ihlalleri ciddi anlamda ilk kez 1990’larda Bosna Hersek ve Kosova’da yürüttükleri görev sırasında ortaya çıkmıştır. Bu bölgede görev yapan Barış gücü unsurları cinsel istismar  suçunu irtikap ettikleri iddiası ile karşı karşıya kalmışlardır. Kosova’da 2007’ye gelindiğinde ise barışı koruma operasyonunda görev yapan Romanya’lı askerler iki göstericiyi plastik mermi ile vurarak öldürmüştür.  1993'de ise iki Kanada askerinin Shidane Arone isimli 16 yaşındaki bir Somalili genci, ırkçı saiklerle ve  işkence yaparak öldürdükleri tespit edilmiştir. Yakınmaların artması üzerine gözler barış güçlerinin görev yaptığı diğer ülkelere çevrilmiş ve Mozambik, Kamboçya, Fildişi Sahilleri, Haiti,  Doğu Timor ve Liberya’dan da benzer yakınmalar gelmiştir.   Batı  Afrika’da görev yapan barış gücü görevlileri hakkında ileri sürülen cinsel istismar iddialarının araştırılması sonucunda ulaşılan bilgiler esas alınarak Genel Kurul tarafından 22 Mayıs 2003’te alınan A/RES/57/306 sayılı karar ve bu karara istinaden Genel Sekreterlik tarafından yayımlanan ST/SGB/2003/13 sayılı Bülten ile  cinsel saldırı eylemlerinin tanımı yapılmış, bu tür eylemler  kesin bir dille yasaklanmış ve soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmesi gerekliliğine ilişkin kurallar belirlenmiştir. Demoktratik Kongo Cumhuriyetinde görev yapan barış gücü askerleri hakkında da yerel halka yönelik cinsel istismar suçlamaları gündeme gelince 2004 yılı Temmuz ayında Genel Sekreter Kofi Annan Ürdün Daimi Temsilcisi olan Prens Zeid’e iddiaları araştırma görevi vermiş, elde edilen bilgiler raporlanmış ve rapor Genel Sekreterlik tarafından 24.03.2005  tarihinde yayınlanmıştır. Bu rapor hazırlayandan dolayı Zeid Raporu olarak bilinmektedir. Raporda Demokratik Kongo Cumhuriyetinde görev yapan barış gücü askerlerinin 1 veya 3 Amerikan Doları, bir ekmek, bir öğünlük yemek veya gündelik ücretli bir iş sağlama karşılığında çocuk ve kadınlarla cinsel ilişki yaşadıkları tespit edilmiş, mağduriyetleri ortaya koyan beyanlar alınmıştır. Raporda  barış gücü harekatında görev yapanlardan 16 sivil görevli, 9 polis ve 80 asker hakkında cinsel istismar eylemi gerçekleştirdikleri iddiası soruşturma konusu yapılmıştır. Bu istismar iddiaları mağdurlarının %45’inin 18 yaşından küçük olduğu tespit edilmiştir. Son olarak UNİCEF yetkilileri  Orta Afrika Cumhuriyetinde görev yapan Barış Gücü'nün görev bölgesinde bulunan 98 kız çocuğu ile yaptığı mülakatlarda ve araştırmalarda,  görevli Fransız ve Gabon'lu askerlerin 4 kız çocuğunu bir köpekle cinsel ilişkiye girmeye zorladıkları ve köpeğin tecavüzüne uğrayan kızlardan birinin bu olaydan sonra bilinmeyen bir sebepten öldüğü yönündeki tespitlerde bulunulduğu bildirilmiştir. Bu ilk kapsamlı raporların ardından Birleşmiş Milletler bu konuya daha hassasiyetle eğilmiş,  ulaşan şikayetler ve ortaya çıkan iddialar üzerine mümkün olduğu kadar  üzerleri örtülmeden  kayıt altına alınıp ve gerekli soruşturmaların yapıldığı ifade edilmiştir. Genel Sekreterlik, yıllık olarak cinsel saldırı iddialarını raporlayıp, iddialar ve soruşturmalar konusunda kamuoyunu aydınlatmaktadır. Bu kapsamda Genel Sekreterlik 16 Şubat 2016 tarih ve A/70729 sayılı Bülteninde yapmış olduğu açıklamaya göre  2011 yılında 75, 2012 yılında 60,  2013 yılında 66, 2014 yılında 52, 2015 yılında ise 69 cinsel istismar iddiasının ulaştığından bahsedilmektedir. Bu rakamlarla ilgili olarak istatistiklerde aynı mağdura yönelik, birden fazla failin karıştığı tek olayın tek istismar gibi gösterildiği, tek failin birden fazla mağdura yönelik istismar eylemlerinin tek olay gibi değerlendirildiği yönünde eleştiriler yapılmıştır.

Yukarıda belirtilen olaylar ve bu olaylar neticesinde ulusal ve uluslararası medya organlarında yapılan haberler, barış gücü görevlilerinin işledikleri suçlarla ilgili iddialar cinsel istismar suçları üzerinde yoğunlaşmış ve bunun neticesi olarak barış gücü görevlilerinin cezai sorumlulukları cinsel suçlar üzerinden tartışılmış ve tartışılmaya da devam etmektedir.

Yukarıda anlatımı yapılan sorunların tespiti madalyonun sadece bir yüzünü ortaya koymaktadır. Öbür yüzünde ise konu daha karmaşıklaşmaktadır. İnsanları korumak ve muhafaza etmekle görevli ve bu yönü ile kutsal bir görev ifa eden barış gücü unsurlarının eliyle işlenen böylesi vahim suçların soruşturulması maalesef tatmin edici olamamaktadır.  Bu konuyu biraz daha açmak gerekirse Genel Sekreterlik tarafından bizzat görevlendirilen ve temsilcisi sıfatı taşıyan personel, Birleşmiş Milletlerin Ayrıcalık ve Muafiyetlerine dair Sözleşme’nin 17 ve devamı maddeleri gereğince, BM personeli olarak kabul edilmekte olup bu nedenle  oldukça geniş bir dokunulmazlık zırhına sahiptir. Bu personel açısından ciddi iddialar ileri sürülmemiştir. Asıl önemli ve harekatların hemen tamamını oluşturan askeri ve diğer sivil unsurların böylesi diplomatik dokunulmazlık kalkanı olmamasına rağmen onlar hakkında da etkin soruşturmalar yürütülebildiğini söylemek çok da mümkün değildir. Şöyle ki, asker ve sivil unsurlar açısından durum değerlendirildiğinde, irtikap edilen suçların hemen tamamının şahsi suç olması, mülkilik ve mağdura göre şahsilik ilkeleri gereğince yerel makamların yargılama hakkına sahip oldukları ve buna saygı gösterildiği ifade edilse de, görev yapılan bölgenin zaten yerel otoriteden mahrum olması, devlet idarelerinin çoğu zaman işlemez halde olması karşısında olayların soruşturulması etkin bir şekilde başlatılamamakta ve sürdürülememektedir. Durumun ortaya çıkması üzerine unsurun bağlı olduğu devletler, faile göre şahsilik ilkesi gereğince,  olayın soruşturmasını derhal  devralmakta ve failleri birlikten ayırarak kendi ülkesine göndermekte yargılamaya ilişkin süreci kendi ülkesinde işletmektedir.  Suçluların iadesi gündeme geldiğinde ise vatandaş iade edilmez kuralı işletilmektedir. Bu durum çoğu kez suçun işlendiği yer ile failin yargılandığı yerin farklı olması, delillerin yetersiz toplanması, olayın yargılama dosyasına muğlak ifadelerle yansıtılması nedeniyle failler cezasız kalmakta veya çok basit cezalarla olaylar geçiştirilmektedir. Yukarıda örneği verilen Kanadalı askerler tarafından gerçekleştirilen işkence ile öldürme olayına ilişkin Kanada Askeri Ceza Mahkemesi faillere sadece 5'er yıl ceza vermekle yetinmiştir.

Genel Sekreterlik bu konulardaki hassasiyetini ısrarla ortaya koymakta ve faillerin tespiti halinde harekat komutanları tarafından tutuklama ve soruşturmanın başlatılması işlemlerinde gereken duyarlılığın gösterilmesi hususunda direktifler yayınlamakta ise de dünya kamuoyu bu konuda tatmin edilememiştir. Bu konuya verilebilecek en önemli örneklerden biri, Bosna Hersek'de cinsel istismar suçlarından sorumlu tutulan Amerikan askerleri hakkındaki iddialar yüksek sesle gündeme getirilip, Barış Gücü mensuplarının işlediği bu tür suçların Roma Statüsüne dahil edilmesi gerektiği görüşleri ileri sürülmüştür. Amerika'nın bu konudaki tepkisi oldukça sert ve net olmuş, soruşturmayı kendisinin yapacağını aksi bir yaklaşım halinde barış gücündeki birliklerini ve desteğini geri çekeceğini ve Güvenlik Konseyindeki gücünü kullanacağını ifade etmiştir.  Benzer olaylarda çoğu kez verdikleri desteği bile kendilerine yük olarak gören diğer devletler de bu tür olaylarda Amerika'nın gösterdiği yaklaşımın benzerini göstermektedirler.

Sorunların bu şekilde tespiti üzerine bir kısım öneriler dile getirilmiştir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz, a) Barış gücüne katılacak olan kişiler hakkında ayrıntılı sicil dosyaları hazırlanarak bu dosyaya özellikle geçmişleri hakkında belgeler konulmalıdır, b) Barış gücü unsurlarındaki kadın personelin sayısı artırılmalıdır, c) Kuvvet gönderen devletler etkin soruşturma konusunda Birleşmiş Milletler organlarına güvence vermelidir, d) Suçlar hızlı bir şekilde suç yerinde soruşturulmalı ve faillerin bağlı olduğu devletlere gönderilmeden sürecin tamamlanması sağlanmalı, bunun için gerekli altyapı desteği verilmelidir, e) Soruşturmalar failin bağlı olduğu devlet ile suçun işlendiği devlet yetkilileri tarafından karşılıklı güven esaslarına göre birlikte yürütülmelidir, f) Uluslararası Ceza Mahkemesinin bu konuda yetkisi genişletilmelidir, g) Kuvvetlerin Statüsüne İlişkin Çerçeve Sözleşmenin yerine geçecek yeni bir çerçeve sözleşme hazırlanmalı ve suçların soruşturulması ve kovuşturulmasına ilişkin hususlar daha net bir şekilde ortaya konulmalıdır, h) Barış gücüne katılan tüm unsurlara farkındalık artırıcı eğitimler verilmelidir. Tüm bu önerilerin insancıl hukuk açısından değerlendirildiğinde makul kabul edilmekle birlikte, ilgili devletler genellikle politik ve ekonomik gerekçelerle  bir çoğuna sıcak bakmamaktadır.


Sonuç olarak, savaşların arasında kalmış, çok zor şartlarda yaşam mücadelesi veren ve büyük çoğunluğu itibariyle dezavantajlı gruplar içinde yer alan insanlara hizmetle görevlendirilen ve bu yönüyle kutsal bir görevi ifa ettiklerinin kabulü gereken barış gücü unsurlarının bu şekildeki insan hakları ihlalleri asla kabul edilemez. İrtikap edilen suçların adaletten kaçırılması ise ikinci bir suç olarak görülmelidir. Kanaatimizce bu tür olaylarda öncelikle barış gücü harekatlarının süresi olabildiği kadar kısa tutulmalı ve barışın yeniden tesisi için BM ve ilgili devletlerin gayretlerini göstermeleri gerekmektedir. Diğer hususlarda ise yukarıda ileri sürülen çözüm önerilerinin hayata geçirilmesi halinde sorunlar büyük ölçüde aşılmış olacaktır.

1 yorum: