27 Ocak 2016 Çarşamba

MUKAYESELİ HUKUKTA HAKİMLERİN SEÇİLME USULÜ


MUKAYESELİ HUKUKTA
HAKİMLERİN SEÇİLME VE ATANMA USULÜ

                   I. Hakimlerin Seçimindeki Çeşitli Modeller
A. Hakimlerin Halk Tarafından Seçilmesi
Hakimlerin halk tarafından seçilmesi sistemi, dayanağını halk egemenliği düşüncesi temeli üzerine oturtulmuş bir  kuvvetler ayrılığı ilkesinde bulmaktadır. Bu anlayışa göre; tam manasıyla bağımsızlık, yasama ve yürütme kuvvetleri karşısında, doğrudan doğruya halk tarafından seçilmiş hakimlerin temsil ettiği üçüncü kuvvetle mevcut olabilir. Bu seçim yöntemi kabul edilmedikçe hakim diğer iki kuvvetin etkisinden kurtulamayacaktır[1] Bu görüş, İhtilali takiben toplanan birinci Fransız Kurucular Meclisinde ileri sürülmüş ve yargının üçüncü bir kuvvet olarak tanınması neticesinde hakimlerin halk tarafından seçilmesi esası kabul olunmuştur[2].  Amerika Anayasası’nın III. maddesine göre yargıçların seçim yoluyla iş başına getirilmeleri, yargı bağımsızlığının güvencesidir[3]. Yine eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğinin 1977 Anayasasının 151. maddesine göre yargı bağımsızlığı ilkesi ile birlikte, hakimlerin halk oyuyla seçileceği kabul edilmiştir.[4]
Hakimlerin halk tarafından seçilmesi sisteminin savunucusu olan görüşleri müşahhaslaştırmak gerekirse bu görüşün ilk savunucularından olan Montesquieu Kanunların Ruhu adlı kitabında “Halk, otoritenin bir kısmını kendilerine emanet edeceği kimseleri seçmekte takdire şayan bir isabet gösterir. Bu hususta, gözünden kaçmasına imkan olmayan şeylere ve elle tutulur vakıalara itibar etmesi kafidir. … O bilir ki falanca hakim vazifesine sadıktır, kendisi rüşvet ve irtikaba tenezzül etmemiştir: bunlar, o şahsı hakim olarak seçmesi için yeterli sebeptir.”[5] 
Hakim halk tarafından seçimi genellikle, trafik cezasına itiraz gibi basit davalara bakmak üzere müstakil mahkeme hakiminin veya meslekten hakimin yanına meslekten olmayan bir kimsenin atanması şeklinde olur. Bu seçim ya halk arasında yapılacak kura ile veya beli bir süre ile seçim yahut tayin sistemi ile bu göreve getirilirler.[6]
Hakimlerin halk tarafından seçilmesi sisteminin olumlu ve olumsuz tarafları vardır.  Bu sistemin artıları olarak, hakimlerin yürütme organına karşı tamamen bağımsız tayin, terfi gibi özlük işlerinde ondan çekinmeden hareket edebileceği ayrıca halk tarafından seçimde yargı yetkisi doğrudan halktan kaynaklanacağı için, halk ile hakimler arasında karşılıklı güven ilişkisi kurulacağı ileri sürülmüştür.[7]
Hakimlerin halk tarafından seçilmesi sistemine yöneltilen eleştirileri ise şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Hakimlerin halk tarafından seçilmeleri yasama ve yürütmeye karşı tam bir bağımsızlık kazandırsa bile bu bağımsızlığı kendi seçmenine karşı koruyamayabileceği, b) Hakimlerin seçimle gelmelerinin, zorunlu olarak bu seçim sistemine siyasetin karışmasına sebebiyet vereceği ve hakimlerin siyasi partilerin temsilcisi[8] pozisyonuna düşebileceği, c) Seçimin bir yarış, bir menfaat mücadelesine dönüşmesinin kaçınılmaz olduğu gerçeği nazara alındığında, hakimin kendisini seçenlere iyi davranmakla birlikte kendisinin rakibi olanı destekleyenlere karşı adaletsiz davranabileceği, d) Halkın, en iyiyi seçeceği düşüncesinin doğru olmadığı, yargının deneme yanılma ile en iyiyi seçmeye müsait bir yapısının bulunmadığı, halkın mesleki açıdan yetkin bir hakimi seçmede başarılı olamayacağı sayılabilir[9].
B. Hakimlerin Yasama Organı Tarafından Seçilmesi
Yasama organı, halkın temsilcileri olan milletvekillerinden oluşmaktadır. Bu sistemle, kuvvetlerin birbirini dengeleyeceği, yargının milli iradeden kaynaklanacağı, diğer organlara karşı durumunun güçleneceği ve halk tarafından seçim sistemindeki bazı olumsuzlukların giderileceği ileri sürülmüştür.[10]
Bu sisteme karşı yöneltilen eleştiri ise; belli siyasi gruplardan oluşan parlamentoların, hakimlerin seçiminde ihtiyaç duyulan nitelikli hakimler yerine, mecliste ağırlığı olan siyasi partinin desteklediği adayın seçilmesi neticesini doğuracağı ve bunun da yargıda siyasallaşma tehlikesine yol açabileceği ihtimalinin varlığıdır.[11]
Ülkemizde 1961 Anayasası döneminde Anayasa Mahkemesi üyelerinden Millet Meclisi üç asıl ve bir yedek, Cumhuriyet Senatosu ise iki asıl ve bir yedek üyeyi direk olarak seçmekte idi.
İsviçre’de de Federal Mahkeme hakimlerinin tamamı ile çoğunluk kantonlardaki yüksek hakimler yasama meclisleri tarafından seçilmektedir.[12]
C. Hakimlerin Yürütme Organı Tarafından Seçilmesi
Bu sistem, dünya üzerinde  en yaygın olarak uygulanan sistem olmasına rağmen en çok eleştirilen  sistemdir.
Bu sistem aşağıda daha ayrıntılı açıklanacağı üzere en belirgin biçimde İngiltere’de uygulanmaktadır. Yine Danimarka, Portekiz, İrlanda, Hollanda, Belçika İsveç gibi monarşik yapıdaki ülkelerde görünüşte yargı organı Kralın iktidarındaki bir yetkiyi kullanmakta olup, yargıçlar kral veya icra organı tarafından atanmaktadır.[13]
Sistemin olumlu yönü, yürütme organının mesleğe alınacaklar ve meslekte ilerleyecekler hakkında sağlıklı bilgiler toplayabileceği ve yasama organı karşısında sorumlu bir organ durumunda bulunduğundan, hakimlerin atanma ve terfilerinde, bu sorumluluğun getireceği külfetlerin de etkisiyle yeterli derecede hassas davranılacağıdır.[14]
Bu sistemde atama yetkisi yürütme organında olunca, yargıçların bağımsızlığının bir ölçüde yürütme organına bağımlılığını ve denetiminin de bu organ tarafından gerçekleştirileceğini kabul etmek gerekir[15]. Sistemin eleştirilen yanı da bu olup, hükümeti oluşturan ve  parlamentoda çoğunluğu ele geçiren bir partinin kendine karşı işletilecek, siyasi sorumluluk yollarını bu şekilde kapatarak yargıya müdahalede bulunabileceği ve siyasi parti politikaları doğrultusunda kadroları şekillendirebileceği  ihtimalidir.[16]
1982 Anayasamızda, Danıştay, Asker Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerinin üçte biri veya tamamı Cumhurbaşkanınca seçilir (Any.md. 155/3, 156/2, 157/2).
Aşağıda daha ayrıntılı inceleneceği üzere, Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, İsveç, Japonya, İngiltere, Belçika ve Norveç’te hakimlerin tamamı veya bir kısmı yürütme organınca atanmaktadır[17].        
D. Hakimlerin Yine Hakimler Tarafından Seçilmesi
Hakimlerin yine hakimler tarafından seçildiği sistem “cooptation” olarak adlandırılmaktadır.
Bu sistemin, ilk dikkat çeken faydası, hakimlere yürütme organı karşısındaki bağımsızlıklarını en yüksek noktaya ulaştırmasıdır.[18] Bu sistemde yargı bağımsızlığı en sert biçimde uygulanmakta, diğer organların müdahale kapıları tamamen kapatılmaktadır. Gerek yasama, gerekse yürütme organı ile halk tarafından yapılan seçimlerin ortak handikapı olan yargıya dış müdahale ve mesleği hak etmeyen yeteneksiz–niteliksiz kimselerin göreve gelmeleri bu sistemde mümkün olmayacaktır.[19]
Tüm artılarına rağmen bu sisteme yöneltilen en önemli eleştiriler  ise, bu sistemin demokrasi fikri ve milli hakimiyet fikri ile çelişmesi, hakimlik mesleğini halktan ve toplumsal gelişmelerden uzak, kapalı bir düzen haline getirmesi ve  içinde bir kast sisteminin oluşması tehlikesi, hakimlerin yeniliğe kapalı, ıslahatların önünü tıkayan imtiyazlı bir hakimler sınıfının ortaya çıkmasına sebebiyet verebileceğidir [20]. Böyle bir yapılanma içinde hakimlik mesleği çok geçmeden sadece muayyen ailelere ve onların mensuplarına tahsis edilmiş bir meslek, kapalı bir oluşuma dönüşebilecektir. Artık ehliyet şartı aranmamaya başlanabilecek, hakimlerin istidadından çok atamaya yetkili hakimlere siyasi, ailevi ve benzeri yönlerden yakınlıkları öne çıkabilecektir[21]. Bu sistemde özellikle yüksek hakim sıfatına sahip olan kişilerin mesleğin başında veya düşük kıdemde bulunan hakimlere baskı yapma, yönlendirme kapısının açık olması ile yargının yargıya karşı bağımsızlığının en sağlam göstergesi olan “direnme hakkının” işlerliğinin azalması tehlikesidir.
Bu sisteme yöneltilen eleştirilerin haklılığını izah etmek için, Roma İmparatorluğunda Marc  Aurele zamanında, idari, mali ve yargısal yetkilerle donatılmış olan curia meclislerinin, kendi üyelerini kendilerinin seçmelerine izin verilmiş, kanunda bu üyelerin seçiminde ehil kimselere öncelik tanınması hükme bağlanmış olmasına rağmen, iş başında bulunan decurion’lar (curia azaları), boş kadrolara kendi evlat ve akrabalarını getirmekte gecikmediler ve sonuç olarak curia üyeliği çok geçmeden belli ailelerin tekeline geçmiş oldu[22].  
Hakimlerin yine hakimler tarafından oluşturulan bir kurul tarafından seçildiği ülkelere Avuşturya, Letonya, İsveç örnek olarak gösterilebilire[23].
E. Hakimlerin Bağımsız Kurullar Tarafından Seçilmesi
Bu sistemde hakimlerin seçilmeleri özel şekilde oluşturulan kurullar tarafından yapılmaktadır. Bu kurullar her ülkeye göre farklı şekilde oluşturulmakta ise de, genel kompozisyonu, ya yargı dışından üyelerle oluşan veya yargıdan da temsilcilerin bulunduğu kurullar şeklindedir.  Yargı dışından üyelerin oluşturduğu kurulların bulunduğu ülkelere, Makedonya, Gürcistan, Malta, İsviçre ve Ukrayna örnek gösterilebilirken,   İçinde yargı dışından ve yargıdan mensupların bulunduğu kurullara örnek olarak ise,  Andora, Azerbaycan, Bulgaristan, Hırvatistan, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Lihtenştayn, Portekiz, Fransa, Litvanya, Romanya, Almanya, Moldova, Slovak Cumhuriyeti, Macaristan, Hollanda, İtalya, Lüksemburg, İspanya, Norveç, Polonya  ve İrlanda örnek olarak gösterilebilir.[24]
 Hakimlerin özlük işlerinin özel statülü kurullara bırakılması, söz konusu kurullarda devletin her bir erkinin temsilcileri bulundurduğu için bunlar birbirlerini dengelemeleri, bu sistemin diğerlerinin içinde barındırdığı siyasi menfaat kaygısını ortadan kaldırması nedeniyle en iyi sistemlerden biri olarak kabul edilmektedir.[25]
Bu sistemin eleştirilen yanı, yürütmeyi ve meclis çoğunluğunu elinde bulunduran siyasi partinin, bu gücü nedeniyle bu kurulda da çoğunluğu eline geçirmesi ve hakim seçimine bu şekilde etki edebilmesi ihtimalidir.[26]
II. Çeşitli Ülkelerde Hakimlerin Seçilme Usulü
A. İngiltere
İngiltere’de  başlangıçta hakimler krala bağlı,  onun temsilcisi olarak  görevlerini yerine getirmekteydiler. Hâlâ da hakimlerin yürütme organı tarafından atanması yönteminin en sıkı şekilde uygulama alanı bulduğu ülke İngiltere’dir.[27]
İngiltere’nin adli teşkilatı alışılmışın dışında bir yapıya sahiptir.  Bu ülkede, ülkemizde ve dünyanın çoğu ülkesinde olduğu gibi ilk basamaktan başlayıp, kademe kademe yükselmeye tabi bir  hakimlik mesleği yoktur. Halk arasında görülen, basit suçlar ve hukuki uyuşmazlıklara İçişleri Bakanı (Home Secretary) tarafından atanan “Metropolitan Police Magistrates”, “Recorders” ve “Stipendiary Magistrates” gibi sıfatlarla anılan hakimler bakmakta olup bu kişiler hukukçu olmayıp yetkileri de oldukça sınırlıdır. Yüksek Mahkeme (High Court)[28], İstinaf Mahkemesi (Court of Appeal) ve Lordlar Kamarası hakimleri ise  baroda belirli bir süre çalışmış ve temayüz etmiş avukatlar arasından ilgili bakanın teklif ve tavsiyesi üzerine Kral tarafından tayin edilir. Fakat uygulamada, tayin aday gösterme yetkisine sahip olan bakanın elindedir. Bu bakan yerine göre ya Lord Chancellor[29] veya Başbakandır. Lordlar Kamarası hakimleri ile, İstinaf Mahkemesi hakimleri ve Yüksek Mahkeme Daire Başkanlarını aday gösterme yetkisi Başbakan’a aittir. Yüksek Mahkemenin diğer hakimlerini ise Lord Chancellor aday gösterir. Bunlardan başka mahalli Kontluk mahkemeleri hakimleri ile küçük davalara bakan diğer bazı hakimlerin tayini de doğrudan doğruya Lord Chancellor’un elindedir[30].
İngiltere’de bir avukatın hakim olabilmesi için baroda asgari 10 ila 15 yıl çalışmış olması ve temayüz etmesi gerekmektedir. Bu asgari şarttır. Bu nedenle yürütme organına hakim seçme konusunda oldukça geniş bir taktir yetkisi verilmiştir. Bu nedenle, özellikle yirminci yüzyılın başlarında hakimlerin tayininde siyasi mülahazaların etkili olduğu ileri sürülmektedir[31]. Tüm bu eleştirilere rağmen İngiltere hakimlerinin yürütme organı karşısında en üst seviyede bağımsızlığa sahip hakimler oldukları kabul edilmektedir. Şöyle ki, İngiliz sisteminin, siyasi etkiye açık ve etkilendiği de ortada olan eksikliği telafi eden bir özelliği vardır. O da, hakimler arasında terfi sisteminin kaide olarak bulunmayışıdır. İngiltere’de hakimler kaydı hayat şartı ile tayin edilirler, pek az istisna ile tayin edildiği yerlerde kalırlar. Yüksek kademelerde bir yer açıldığı zaman, genellikle uygulanmakta olan usul, mevcut hakimlerden birinin yükseltilmesi yerine, hariçten yeni bir tayinin yapılmasıdır. Bu şekilde bir kimse, doğrudan doğruya hakimliğin en yüksek mevkilerinden birine gelebilmektedir. Bu şartlar altında, bir hakimin, tayin olunduktan sonra, icra organı ile hiçbir alakası kalmamış demektir. Azledilemezlik zırhına da sahip olduğundan, bu yönde de  her hangi bir kaygısı bulunmamakla birlikte yükselme kaygısı da bulunmadığında bir beklentisi de yoktur. Yani tayinle siyasi borç ödenmiştir[32].
B. Almanya
Almanya’da hakimlerin atanması federal devlet ve eyaletlere göre farklılık gösterir. Federal devlet hakimlerinin çoğu yasama organınca seçilirken, dört eyalet dışında, diğer eyaletlerde hakimler yürütme organınca atanmaktadır.[33]
Eyalet mahkemeleri hakimlerinin çoğunda adaylar öncelikle, milletvekilleri, hakimler ve avukatlardan oluşan hakim seçim komisyonlarınca belirlenmekte, kesin atamaları ise eyalet hükümlerinin atamayı onaylaması ile veya direkt olarak başbakan veya ilgili bakanın atama kararı ile  gerçekleşmektedir[34].
                  C. Fransa
Fransa’da Yargıtay Başkan ve üyeleriyle, başsavcı ve savcı yardımcılarının seçilme, atanma, yükselme, disiplin işleri, hakimler için ayrı savcılar için ayrı olmak üzere iki kurul oluşan ve karma kurul niteliğinde bulunan Hakimlik Yüksek Konseyi tarafından yürütülmektedir[35].
Fransa’da 1993’ten önce Hakimler Yüksek Konseyi’nin başkanı Cumhurbaşkanı, başkan vekili ise  Adalet Bakanı olup, geri kalan 9 üyesinden ikisi Yargıtay üyeleri, biri Yargıtay üyesine eşit seviyede bulunan Başsavcı yardımcıları, biri Danıştay üyeleri, üçü ilk ve istinaf mahkemeleri yargıçları arasından gösterilen üç kat aday arasından ve kalan ikisi de  hukukçu olmayan kimseler arasından, 4 yıl için Cumhurbaşkanı tarafından seçilmekte idi. Cumhurbaşkanı’nın Kurul’un başkanı olmasının sebebi, Cumhurbaşkanı’nın yargı otoritesinin bağımsızlığını sağlamakla yükümlü olmasından kaynaklanmaktadır[36]. 1991’li yıllarda kurul üyelerinin tümünün Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi ve Adalet Bakanı’nın kurula katılması, hukuk devleti ilkesi ile çeliştiği ve bu hal ile kurulun Cumhurbaşkanı’nın danışma organı niteliğinde bulunduğu gerekçeleri ile  ciddi eleştirilere maruz kalmış, Anayasa’nın 65. maddesi 25.07.1993’te değiştirilmiştir. Bu değişiklikle hakimler ve savcılar için iki ayrı kurul oluşturulmuştur. Hakimler için oluşturulan kurulun Başkanı Cumhurbaşkanı, başkan vekili Adalet Bakanı olup, yasama ve yargı organı mensubu olmayan kişiler arasından bir kişi Cumhurbaşkanı, bir kişi Meclis Başkanı, bir kişi ise Senato Başkanı tarafından atanır. Kurulda ayrıca beş hakim, bir savcı, bir de Danıştay üyesi yer alır ki bu üyeleri yargı kendisi seçer. Sonuç olarak bu kurulun toplam oniki üyesi vardır. Bu oniki üyeden beşi bağımsız hakim niteliğinde değildir (Cumhurbaşkanı, Adalet Bakanı, Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı ve Senato Başkanı tarafından seçilen üç üye).  Savcılar için oluşturulan kurul da benzer yapıda olmakla birlikte, bu kez kurulda beş savcı, bir hakim bulunmaktadır[37].
D. İtalya
İtalyan sisteminde hakimlerin seçilme usulünü ve bu usulle yargının bağımsızlığını sağlamaya yönelik tedbirleri anlamak için öncelikle  Zanarlelli’nin bu konudaki sözünü hatırlamak yerinde olacaktır. O der ki; “Yargı, başka hiçbir organa bağımlı olmadan kendi kendini yönetebilmelidir, çünkü görevi yasaların devletin diğer güçlerine de uygulanabilmesini sağlamaktır. Yürütme gücünden bağımsız olmayan Yargı ise aslında kurgudan başka bir şey değildir.”[38]
1948 Anayasası ile İtalya’da, Fransa’da olduğu gibi hakimlerin atanma, terfi ve diğer özlük işlerinde görevli olmak üzere Fransız modeline oranla daha geniş yetkilerle donatılmış ve daha katılımlı bir  Yüksek Hakimler Kurulu (Consiglie Superiore della Magistratura) kurulmuştur[39]. 1947 tarihli İtalyan Anayasa’nın 104. maddesi ve 24. Mart 1958 tarihli kanuna göre kurulun ilk oluşumunda 24 üye bulunmakta iken, bu gün üye sayısı Cumhurbaşkanı ile birlikte 33’tür. On’u Senato ve Meclisçe avukat ve profesörler arasından; yirmisi Yargıtay, üst ve ilk derece mahkemelerden yargı organınca seçilir. Danıştay’dan üye bulunmamaktadır. Yargıtay Birinci Başkanı ve Cumhuriyet Başsavcısı, Konsey’in doğal üyesidir. Konsey Başkanı Cumhurbaşkanı’dır. Konsey, yasama organı tarafından seçilmiş üyeler arasından birini de başkan yardımcısı olarak seçer. Seçimle gelen üyelerin görev süreleri dört yıl olup takip eden dönem bir daha seçilemezler ancak bir sonraki dönem yeniden seçilebilirler. Sisteme yapılan eleştiriler Konsey Başkanının Devlet Başkanı olması[40], ikinci başkanın yasama organı tarafından seçilenler arasından seçilmesi ve konseyde görev alanların başka bir görevi aynı anda yürütememeleridir. Adalet bakanının bu konseyde etkisi yoktur. Sadece öneri getirir, talepte bulunur veya alınan kararları uygular. Tüm eleştirilere rağmen bu sistemin kuvvetler arasında dengeyi sağladığı ve yargı bağımsızlığı bakımında güvence teşkil ettiği kabul edilmektedir[41].
E. Amerika Birleşik Devletleri
Amerika Birleşik Devletlerinde hakimlerin bağımsızlığı ve teminatı hakimlerin halk tarafından seçilmesi ve hakimlerin azledilememesi esasları üzerine kurulmuştur.
Hakimlerin halk tarafından seçilmesi sistemi günümüzde en yaygın bir şekilde, ABD’de uygulanmaktadır. Eyaletlerde hakimler vali tarafından veya eyalet parlamentoları veya doğrudan doğruya halk tarafından seçilip atanmaktadırlar. Elli eyaletten 38’inde hakimlerin seçimi bizzat halk tarafından yapılmaktadır. Bu eyaletlerin 21’inde hakim adaylarının isimleri diğer görevlere talip olan başka adayların isimleri ile birlikte normal seçimlerle birlikte hazırlanan parti listelerinde gösterilmektedir.[42]
Federal Yüksek Mahkeme hakimleri ile her eyalette bulunan ilk derece federal mahkeme hakimleri ile istinaf mahkemeleri hakimlerinin atanmaları ise anayasa hükmü gereği senatonun onayı ile başkan tarafından yapılmaktadır. Eyalet federal hakimlerinin atanmalarında o eyaletin senatörlerinin etkileri daha ağır basmakta iken Federal Yüksek Mahkeme hakimlerinin tayininde ise başkanın taktir yetkisi daha ağır basmaktadır. Öyle ki, Başkan,  muhalifi olan siyasi partiye yakınlığı ile tanınmış bir kişiyi Federal Yüksek Mahkemeye üye olarak atamayabilecektir. Yine Federal Yüksek Mahkemeye atama konusunda tam bir teamül söz konusu  olmayıp Başkan’ın taktiri kendini hissettirmektedir[43].  Fakat hakimlerin atanmasında yürütme organının üstlendiği bu tür sınırsız bir yetki geleneksel bir terfi sistemi olmadığından hakimlerin bağımsızlığı fazla etkilemediği savunulsa da, hukukçu olmayan ve belirli bir siyasi görüşü temsil eden kişilerin hakim olarak atandıklarında, verdikleri kimi kararlarda bazı eğilimler hissedilmekte ve tarafsızlıkları konusunda kamuoyunda yer yer şüphelere ortaya çıkmaktadır.[44]
Amerika’da bir kısım eyaletlerde, hakimlerin bir seçim sistemi ile belirlenmeleri, seçimlerin sık tekrarlanması, seçimde siyasi partiler veya nüfuzlu grupların etkisinin hissedilmesi, hakimlerin sahip oldukları makamı kaybetme tehlikesinin varlığı, hakimleri kendilerini seçenlerle iyi geçinmeye zorlanması nedeniyle eleştirilmektedir. Tüm bu eleştirilere rağmen Amerika Birleşik Devletlerinde yargının hala iyi işlemesi üç sebebe bağlanmaktadır. Bunlar, a) Her federe devlette o devlet mahkemelerinin yanında federal mahkemelerin bulunuşu ve bu mahkemelerin hemen daima dürüst ve ehliyetli hakimlerden oluşması nedeniyle yerel mahkemeler yetersiz hakimlerden oluşsa bile federal mahkemelerin etkisi ile hakimlik mesleğinin vakar ve sorumluluğunu idrake mecbur kalmaktadırlar, b) Kamuoyunun tepkisini üzerine almak istemeyen siyasi partilerin aday gösterirken kendi imaj ve oy kayıplarını engellemek için kaliteli hukukçulara yönelmesi, c) Baroların, tarafsız ve hukuki olarak yetkin kişilerin mahkemelerde görev almaları yönündeki isteklerini seçimde yönlendirici unsur olarak kullanmalarıdır[45]




[1]     Faruk EREM,  Ceza Usulü Hukuku, Sevinç Matbaası, Ankara 1978,  s. 94.
[2]     Münci KAPANİ, İcra Organı Karşısında Hakimlerin İstiklali, Ankara 1956, s. 10.
[3]     Çetin ÖZEK,  “Yargının İdari Denetimi”, İ.H.F.M. (Atatürk’e Armağan), C. 45-47,  s . 918.
[4]     ÖZEK,  a.g.m. s. 929
[5]     Bu görüş ve diğer görüşler için bkz. KAPANİ, a.g.e., s. 26.
[6]     Nurullah KUNTER,  Muhakeme Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Kazancı Matbaası, 8. Bası, İstanbul 1986. s. 312.
[7]     KAPANİ, a.g.e. s. 26; Şeref ÜNAL,  Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hakimlik Teminatı, TBMM, Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, TBMM Basımevi, Ankara 1982,  s. 56.
[8]     Amerika Birleşik Devletlerinde, federal devletlerin bir kısmında  hakimler siyasi partilerin temsilcileri arasından halk oyuyla seçilmektedir (bkz. EREM s.92; KAPANİ, s. 39).
[9]     EREM, a.g.e., s. 92;  KAPANİ, a.g.e.,  s. 27-33.
[10]    ÜNAL, a.g.e. ,  s. 56.
[11]    Öztekin TOSUN, Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri, Dördüncü Baskı, Acar Matbaası, İstanbul 1984 s. 381.
[12]    Baki KURU, Hakim ve Savcıların Bağımsızlığı ve Teminatı, A.Ü.H.F. Yayınları, Ankara 1966. s. 4.
[13]    ÖZEK , a.g.m., s. 927-928.
[14]    E. İlhan POSTACIOĞLU, Medeni Usul Hukuku Dersleri, İstanbul 1975. s. 34-35.
[15]    ÖZEK, a.g.m,  s. 928.
[16]    POSTACIOĞLU, a.g.e, s. 35, ÜNAL, a.g.e.,  s. 59.
[17]    Kemal GÖZLER, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2000, s. 447.
[18]    Ergun ÖZBUDUN, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Kitabevi, Ankara 2000, s. 335.
[19]    KAPANİ, a.g.e, s. 52.
[20]    EREM,a.g.e.,  s. 92; ÖZBUDUN, a.g.e,  s. 446.
[21]    KAPANİ, a.g.e., s. 54.
[22]    KAPANİ, a.g.e., s. 54.
[23]    “Avrupa Konseyi Avrupa Etkin Yargı Komisyonu’nun 2002 Avrupa Birliği Yargı Sistemleri”,   Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü Yayınları, s. 32.
[24]    ÜNAL,  a.g.e.,s.68; GÖZLER,a.g.e., s. 447;  “Avrupa Konseyi Avrupa Etkin Yargı Komisyonu’nun 2002 Avrupa Birliği Yargı Sistemleri”,  s. 32.
[25]    ÜNAL, a.g.e., s. 68
[26]    ÜNAL, a.g.e., s. 68
[27]    ÜNAL, a.g.e., s. 23.
[28]    Bu mahkemenin ismi her ne kadar Yüksek Mahkeme olsa da, bir temyiz mahkemesi değil farklı dairelerden oluşan bir ilk derece mahkemesidir. Bkz. KAPANİ  a.g.e, s. 61.
[29]    İngiltere’de Adalet Bakanı yoktur. Adalet Bakanın gördüğü bir kısım işleri İngiltere’de Lord Cahancellor görür, ve kendisi bir bakıma adliye örgütünün başı olarak kabul edilir. Lord Chancellor,kuvvetlerin birleşmesi prensibinin en güzel örneğini gösterir. Lord Chancellor, Lordlar Kamarasının başkanıdır, ve bu sıfatla yasama faaliyetlerine katılır. Diğer taraftan hükümet üyesidir, böylelikle yürütmenin bir parçasıdır. Son olarak da bir hakim olup Lordlar Kamarası mahkeme olarak toplandığı zaman ona başkanlık eder. Bkz. KAPANİ, a.g.e.,  s. 61-62, 95 nolu dipnot.
[30]    KAPANİ,a.g.e., s. 62; ÜNAL, a.g.e., s. 62-63; Ferman DEMİRKOL, Yargı Bağımsızlığı, İstanbul 1991, s. 104
[31]    Bu konudaki ayrıntılı eleştiriler için, bkz. KAPANİ, a.g.e.,s. 63-64.
[32]    KAPANİ, a.g.e.,s. 65.
[33]    ÜNAL, a.g.e.,s. 59; KURU, a.g.e., s. 3; GÖZLER, a.g.e., s. 447.
[34]    ÜNAL, a.g.e.,  s. 60.
[35]    Sami SELÇUK, “Yargı Bağımsızlığı”, Zorba Devletten Hukukun Üstünlüğüne’nin içinde, Yeni Türkiye Yayınları, Altıncı Baskı Ankara 2000, s. 84;  GÖZLER, a.g.e., s. 447.
[36]    SELÇUK,  a.g.m., s. 84.
[37]    ÜNAL,  a.g.e.,  s. 68-69; GÖZLER,  a.g.e.,s. 446-447; ÖZEK, a.g.e., s. 931.
[38]    İl Han ÖZAY “Yargı Güvencesi-Bağımsızlığı ve Anayasa Mahkemesi”, Anayasa Yargısı S.8. , s. 109.
[39]    KURU , a.g.e.,s. 3.
[40]    Bunla birlikte Cumhurbaşkanı konseyin bütün toplantılarına katılmaz, yılda sadece birkaç konseyi onore etmek için katılır. SELÇUK, “Yargı Bağımsızlığı”, s. 91.
[41]    GÖZLER, a.g.e., s. 447. ÖZEK,  a.g.m, s. 932. SELÇUK, “Yargı Bağımsızlığı”, s. 85.  ÖZAY,  a.g.m., s. 108-109.
[42]    ÜNAL, a.g.e., s 48; KAPANİ  a.g.e., s. 40;  KURU, a.g.e.,  s. 2;  GÖZLER,  a.g.e., s. 447,
[43]    Öyleki Başkan Roosevelt’e kadar Yüksek Mahkemeye tayinde istinaf mahkemesi üyelerinin tercihi bir teamüle oturmuşken, Roosevelt hemen hiçbir hakimlik tecrübesi olmayan kişileri Yüksek Mahkeme üyeliğine tayin etmiştir.Bkz. KAPANİ,a.g.e., s. 70.
[44]    KAPANİ, a.g.e., s. 41.
[45]    KAPANİ,  a.g.e., s. 42, 43.

23 Ocak 2016 Cumartesi

BİR ONARICI ADALET UYGULAMASI : SUÇ MAĞDURLARININ ZARARLARININ TAZMİNİNE MAHKUMLARCA KATKI SAĞLANMASI


Onarıcı adalet anlayışı, 1980’li yıllardan bu yana dünya gündemindedir. Tokyo Kuralları olarak da bilinen Hapis Dışı Tedbirlere İlişkin Birleşmiş Milletler Minimum Standart Kuralları[1] da bu alandaki gayretlerin sonucudur. Onarıcı adalet anlayışının, geleneksel cezalandırıcı adelet anlayışından temel farkı suç mağdurunun mağduriyetinin fail/suçlu tarafından giderimidir. Onarıcı adalet sisteminin işleyişini sağlayacak temel mekanizma ise toplumun kendisidir.

Gelişmiş ülkelerin pek çoğunda suç mağdurlarının  zararlarının karşılanması için kamu hazinesi veya sosyal güvenlik sistemi üzerinden desteklenen fonlar kurulmuş[2], sivil toplum örgütleri de bu alanda çalışmalara katkı sağlamaktadır[3].

Cezaevlerinde bulunan mahkumların mağdurların zararlarının giderimine katkı sağlamalarına ilişkin düzenleme ve çalışmalar onarıcı adalet anlayışı kapsamında değerlendirilmektedir. Bu konu özellikle Anglo-Sakson hukuk sisteminin hakim olduğu ülkeler başta olmak üzere birçok ülkede uygulanmaktadır.

Aşağıda ayrıntılı bilgileri verilecek olan ülkelerde  suç mağdurlarının zararlarının tazminine yönelik oluşturulan fonlara, cezaevlerinde çalışan mahkumlara ödenen ücretlerden yapılan kesintilerden aktarım yapılmaktadır.

İngiltere’de,  mahkumların cezaevinde çalıştıkları dönemde elde ettikleri gelirlerden vergi ve bir kısım zorunlu kesintiler yapılması uygulaması yapılmaktadır. Bu kapsamda yapılan kesintilerden biri de suç mağduru destek fonu kesintisidir. Buna göre mahkumun cezaevinde bulunduğu dönemde iç hizmetler ve işyurtlarında yapmış olduğu çalışmalar kapsamında elde ettiği gelirinin %40’ı suç mağduru destek fonuna aktarılmaktadır. Bir mahkumdan belirtilen oranda kesinti yapılması halinde kişi başı haftalık 20 paundluk bir katkı sağlanmaktadır.  Ulaşabildiğimiz verilere göre İngiltere’de çalışan mahkumlardan yapılan kesintiler sonucunda 2012 yılı Mayıs ayı itibariyle 383.000 Paund[4], Eylül ayı itibariyle 750.000 paund[5] tutarında bir paranın fona aktarılmıştır. Bu bilgiler ışığında yıllık yaklaşık 1.000.000 Paund para aktarıldığı anlaşılmaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri, federal devlet olmasının da etkisiyle iki başlı bir cezaevi sistemine sahiptir. Bu kapsamda hem federal devlete hem de eyaletlerin kendilerine bağlı yerel cezaevleri vardır. Amerikan Federal Cezaevi sistemine dahil olan cezaevlerindeki mahkum çalıştırma sistemi Federal Cezaevi Endüstrisi Kurumu (marka adı UNİCOR) tarafından yürütülmektedir. Gerek federal cezaevlerinde gerekse eyaletler tarafından yönetilen cezaevlerinde bulunan mahkumlardan elde ettikleri ücretlerden vergi, cezaevi dışındaki ailesi, mahkum çocukları yardım fonu ve suç mağdurları destek fonuna aktarılmak üzere kesintiler yapılmaktadır[6]. Bu kesintiler arasında yer alan suç mağduru destek fonu kesintisi %20 oranındadır[7]. Örneğin sadece Güney Karolina eyaletinde mahkum ücretlerinden yapılan kesintilerden mağdur destek fonuna aktarılan tutar  1999 yılı verilerine göre yıllık 1.500.000 Amerikan doları seviyesindedir[8].

Fransa’da suç mağdurlarına destek fonu için yapılan kesinti oranı ise %25[9]tir. Yine Avustralya[10]’da benzer şekilde suç mağdurlarına destek fonuna aktarılmak üzere mahkumların ücretlerinden kesinti yapılmaktadır.   

Konu Türkiye açısından değerlendirildiğinde, ülkemizde suç mağdurlarının ekonomik olarak desteklenmesine ilişkin müstakil yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Bir suçun mağduru olan kişi suç mağduru olduğu için değil, sıradan muhtaç biri gibi sosyal yardımlaşma ve dayanışma fonlarından yardım talep etmekte ve kabul görmesi halinde yardım alabilmektedir. Bir suçun mağduru olması bu yardımı almasında özel bir ayrıcalık ifade etmemektedir.   

Türkiye’de suç mağdurlarının desteklenmesine ilişkin düzenlemeler 5402 sayılı Denetimli Serbestlik Hizmetleri Kanununda yer almaktadır.  Bu kanunun 12 ve 13’üncü maddelerinde, denetimli serbestlik müdürlüklerinin suçtan zarar gören kişilerin karşılaştıkları psiko-sosyal ve ekonomik sorunların çözümünde danışmanlık yapmak ve bu kişilere yardımcı olmak görevleri bulunmaktadır. Kanunun 17’nci maddesinde ise, koruma kurullarının müdürlüklerden iletilen suçtan zarar gören kişilerin karşılaştıkları sosyal ve ekonomik sorunların çözümü ile görevli oldukları ifade edilmiştir. Koruma Kurullarına herhangi bir fon verilmediği için, suç mağdurunun zararının giderilmesi hususunda, sadece,  farklı kurumlardan gelen kurul üyeleri mağdurun durumundan haberdar edilmekte ve mağdur bu kurumlara yönlendirilmektedir.   

Türkiye cezaevlerinde bulunan mahkumlar işyurdu ve iç hizmetlerde çalıştırılmak suretiyle ekonomik kazanç elde etmeleri sağlanmaktadır. Türk işyurdu sisteminde mahkumlara ödenen ücret diğer ülkelerde olduğu gibi gündelik olarak hesaplanmaktadır. Ödenecek gündelik ücret ise İşyurdu Yüksek Kurulu tarafından belirlenmektedir. Buna göre İşyurdu faaliyetleri kapsamında çalıştırılan mahkumlardan çıraklara 7, kalfalara 7,5 , ustalara ise 8 TL gündelik ödenmektedir.  Bu rakamlar az gözükse de çalışan mahkumlardan günlük iaşe bedeli istenmemekte ve yıllık kar payından faydalanmaları sağlanmakta, böylelikle gündelik sağlanan menfaat 15 TL’yi geçebilmektedir.   Adalet Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de 2014 yılında çalışan mahkumlara toplam 18.148.308 TL yevmiye ödenmiştir. Bakanlık verilerinde kaç adet yevmiye ödendiği belirtilmemiştir. Gündelik rakamları nazara alındığında ödenen yevmiye adedinin 2.000.000’dan fazla olduğu anlaşılmaktadır.

Türkiye cezaevi sisteminde mahkumlar işyurtlarınının yanında ücretli olarak iç hizmetlerde de çalıştırılmaktadır. İçhizmetler, cezaevi idaresinin kâr elde etmediği işler olan,  cezaevi yemekhanesi, idari kat hizmetleri, temizlik işleri, berber ve  terzi gibi hizmetlerin yürütülmesini iade etmektedir. İç hizmetlerde ödenen ücret ise günlük 6 TL'dir. Özellikle kapalılar olmak üzere birçok cezaevinde iç hizmetlerde çalışan mahkum sayısı işyurtlarında çalışanların sayısına yakın olmaktadır.

Yukarıda bahsedilen veriler nazara alındığında Türkiye’de, oluşturulacak bir mağdur destek fonuna  mahkum ücretlerinden kesinti yapılarak katkı sağlanması mümkündür. Bu durumunda, mahkum gündeliklerinden sadece 1 (bir)’er TL kesinti yapılarak fona aktarılması halinde bile fonda yıllık en az 3.000.000.TL para toplanacaktır[11].

Türkiye’de, oluşturulacak bir suç mağdurları destek fonunun yönetiminin kim tarafından yapılacağı sorusu gündeme gelecektir. Kanaatimizce Denetimli Serbestlik Koruma Kurulları bu iş için uygun olacaktır. Bu kurulların yasal alt yapısı ve kurullara katılanlar bu hizmetler için uygun gözükmektedir. Bu kurullar eliyle suç mağdurlarının tespiti ve zararlarının ekonomik olarak tazminine katkı sağlanması mümkün olacaktır.






[3] Örneğin Prison Fellowship İnternational, bu derneğin onarıcı adaletle ilgili internet sitesi için bkz. http://restorativejustice.org/

[7] Encyclopedia of Prisons and Correctional Facilities, editör: Mary Bosworth, SAGE Publications, London 2005, s. 731. Formun Üstü

Formun Altı

[11] Bu hesapta İşyurtlarında çalışan mahkumlara ödenen gündelik sayısı  asgari 2.000.000, iç hizmetlerde çalışan mahkumlara ödenen gündelik sayısı ise 1.000.000. adet olarak hesaplanmıştır. Olması gereken rakamlar bunların üzerindedir. Ancak bakanlık verilerinde yer almadığı için mevcut verilerden asgari rakamların tespiti ile buna göre hesap yapılması cihetine gidilmiştir.