24 Nisan 2016 Pazar

İTALYAN YARGI SİSTEMİNDE ÖRGÜTLÜ SUÇLARLA MÜCADELE




                                                                                                      Yazar: Dr. Hasan Dursun 

Organize suçluluk, günümüz modern toplumunun mücadele etmesi ve önlem alması gereken bir realitesidir. Bu gerçekliğe önemsemeyen, buna karşı tedbirler almayan devletler çok ciddi diyetler ödemişler ve ödemeye devam edeceklerdir. Zira genel olarak suç toplumsal barışı, huzuru ve güvenliği tehdit eden bir virüs iken, organize şekilde işlenen suçlar bu virüsün daha sistematik olarak belirli bir hiyerarşi içerisinde örgütlenerek saldırması anlamına gelmektedir. Zamanında teşhis edilip müdahale edilmemesi, bu virüse duçar olan grubun, topluluğun, sistemin ya da devletin yok olmasına kadar gidecek veya hayati organlarını kaybetmesine neden olabilecektir. Hastalıklara neden olan virüs ya da mikroplar gibi organize örgütler de sistemin sosyal, politik ve ekonomik oluşumlarındaki eksikliklerden/açıklardan yararlanarak o bünyeye nüfuz ederler. Yaşanan bir kısım acı tecrübeler göstermiştir ki, belirli bir süre bu suç örgütlerinin etkilerinden uzak kalmayı başaran ve yapılan mücadeleye seyirci olmayı tercih eden ülkeler, ekonomik, sosyal ve politik olarak bedel ödemek durumunda kalmışlardır.
Organize suç işlemeyi kendilerine meslek edinen gerçek anlamdaki örgütler, yaşayan bir organizmadır. Bulunduğu sisteme kolayca adapte olabilir, topluma ayak uydurabilirler. Yine çağın olanaklarından yararlanma konusunda mahirdirler, zira bu organizmalar zekidirler. Bulundukları zamanın iletişim ve bilgi teknolojilerini kullanma konusunda hızlı ve mahirdirler.
Sınırların anlamını yitirdiği, bilgi, mal, para ve insan trafiğinin çok hızlı aktığı günümüzde suç örgütleri de kendilerini bu yeni gerçekliğe uyumlaştırma ve bundan yarar sağlama konusunda şaşırtıcı şekilde hızlı davranmışlardır. Önceden belirli bir bölge, çoğrafya veya ülkede faaliyet gösteren örgütler birleşerek, başka örgütün egemenliğini kabul ederek, çoklu evlilik yaparak etki, kapasite ve güçlerini artırmışlardır.
Yine teknolojinin sunduğu imkanlar nedeniyle suç örgütlerinin faaliyetlerini izleme, etkilerini azaltma ve bunları cezalandırma oranları artmamış, bilakis azalmıştır.
Suç örgütlerinin globalleşmesi, bunlarla mücadeleyi de yerellikten çıkartarak uluslararası oluşumların faaliyetleri arasına sokmuştur. Bu bağlamda gerek Birleşmiş Milletler, gerek Avrupa Birliği ve gerekse Avrupa Konseyi gibi uluslarüstü oluşumlar çeşitli girişimlerde bulunmaktadırlar.
Literatürde organize suçluluk denilince ilk akla gelen "mafya" tabiridir. Bu tabir ise İtalya ile adeta bütünleşmiştir. Mafya temalı bir çok roman yazılmış ve sinema filmleri çekilmiştir. Hatta mafya modayı da etkilemiş söylemleri, yürüyüşleri, giyinişleri kendi içerisinde örnek gösterilen bir tarz olarak sunulmuştur. Mafya'nın İtalyan devletine ve halkına maliyeti ise ekonomik ve sosyal anlamda çok ağır olmuştur. Örneğin  23 Eylül 1916-9 Mayıs 1978 tarihleri arasında İtalyan Başbakanı olarak görev yapan Aldo Moro, Kızıl Tugaylar adı verilen örgüt tarafından 16 Mart 1978 tarihinde kaçırılmış ve bu örgüt tarafından öldürülmüştür
Global gelişmelerin, yaşanan acı tecrübelerin, ulusal ve uluslararası toplumların baskılarının yönlendirmesi ile İtalya 1980'li yıllarda mafya ile mücadele bağlamında yasalarında çok önemli sayılabilecek ve bu bağlamda örnek olabilecek bir çok değişiklik yapmış, sisteminde farklılaşmaya gitmiştir. Bu çerçevede yaklaşık 114 yasal düzenleme yapılmıştır.
Mafya ile mücadele edecek kişi, kurum, kuruluş ve organlara Anayasal güvence getirilmesinin öneminin farkına varan İtalya, Anayasa değişikliği yaparak bu bağlamda önemli teminatlar öngörmüştür. Zira elinde bulundurduğu ekonomik, siyası ve silah gücü ile parlamento üyelerini rahatla etkileyip yönlendirme olanağına sahip suç örgütleri, istedikleri yönde kararlar çıkartabilmişler ve kendi güçlerini tahkim etmişler, önlerindeki engelleri bertaraf etmişlerdir. Normal yasal düzenlemelere konu edilebilecek bir kısım hususlar Anayasa'da yer verilmek suretiyle daha teminatlı hale getirilmiştir. örneğin adli kolluk teşkilatının yargılama makamlarına bağlı olduğu, savcıların teminatları, etkin soruşturma ve yargılamayı sağlayacak tedbirleri Anayasal hüküm haline getirerek değiştirilmesi zorlaştırılmıştır.
Hakim ve savcıların mesleğe girişleri, tabi hakim , tabi yargılama ve kuvvetler aykırılığı ilkeleri, hakimlik mesleğinin tanımı Anayasa'da belirtilmiştir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulumu'nun oluşumunda 2/3 çoğunluk üyenin hakim ve savcıların kendi arasından seçecekleri üyelerden oluşması sağlanarak, 1/3 üyeyi seçen Parlamentonun önemli olan bu Kurul içerisindeki etkinliği kırılmak istenilmiştir. Kurulun başkanı Adalet Bakanı olmayıp, Cumhurbaşkanıdır. Başkanvekili ise parlamento tarafından seçilen üyeler arasından Kurulca belirlenmektedir.
Adli kolluk kurulması ve teşkilatlanması ülkemizde yaklaşık bir asırdır tartışılmaktadır. Bu tartışmalar doğrultusunda 2005 yılında yürürlüğe giren CMK'nın hazırlanması ve kanunlaşması aşamasında adli kolluk kurumunun ceza mevzuatımıza girmesi konusunda aktif adımlar atılmaya başlanmıştır. Her ne kadar Yasa'nın hazırlık aşamasında savcılık birimlerine bağlı, idari kolluktan ayrı, müstakil bir oluşum olarak adli kolluk oluşumu planlanmış ise de, bir çok nedenden ötürü bu mümkün olamamış, önleyici kolluk bünyesinde ve kontrolünde, yargı birimleri dışında şekli bir "adli kolluk teşkilatı" ihdas edilmiştir. Gerçekte bakıldığında, uygulamada öncekinden farklı bir yenilik bulunmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Örgütlü suçlulukla mücadele konusunda yürütme hiyerarşisi dışında bir adli kolluk teşkilatının önemini acı tecrübeler ile yaşayan İtalya, Anayasasının 109.maddesinde “Adli makamlar adli polisten doğrudan doğruya yararlanır veya onu vasıtasız olarak kullanır” kuralını öngörmüş ve bu hüküm doğrultusunda yasal düzenlemeler yapılmıştır. Buna benzer bir düzenleme başka bir Avrupa ülkesinde yer almamaktadır.
Adli kolluk görevlilerinin soruşturma ve yargılama aşamasında doğrudan yargıya bağlanması, onların emir ve talimatları altına girmesinin Anayasal bir güvence altına alınmış olması önemlidir. Bunun gerekçelerini İtalya’nın organize suçluluk ile mücadele tarihinde bulmak olanaklıdır. İtalyan devleti ve halkının geçmişte suç örgütleri ile yaşadığı sorunla, bu örgütlerin yasama ve yürütme üzerinde sahip olduğu etki; bu etkiden yararlanarak yargı teşkilatına, yargı çalışanlarına ve işleyişine doğrudan ve dolaylı şekilde müdahale etme girişimleri ve buna bağlı olarak örgütlü suçluluk ile mücadelenin zafiyete uğrama ihtimali, suç örgütleri ve suçlulukta mücadelenin inkıtaa uğramaması adına İtalyan Kurucu Meclisi Anayasalarına yargı lehine adli kolluk teminatını koyma yolunu seçmiştir. 
Anayasasının bu açık düzenlemesi doğrultusunda yasal düzenlemeler yapan İtalya, savcılıklar ile aynı binada faaliyet gösteren, emir ve talimatlarını doğrudan savcıdan alan, önleyici kolluktan fiziki olarak tamamen ayrı, ataması ve nakli savcılık tarafından istenilmediği veya kabul edilmediği taktirde yapılamayan bir adli kolluk teşkilatı oluşturmuştur.
Organize suçluluk mücadele kapsamında en önemli yasal düzenleme 1982 yılında çıkartılan, mafya tipi oluşumları suç örgütü olarak kabul eden, bunların malvarlığı niteliğindeki değerlerine yönelik olarak önleyici tedbir çerçevesinde çeşitli yaptırımların uygulanacağını öngören, savcı ve kolluk birimlerine yürüttükleri soruşturma ve inceleme aşamalarında önemli yetkiler veren (mafya örgütlerine üye oldukları konusunda yeterli şüphe bulunanların malvarlığı unsurlarına yönelik el koyma ve bu malların meşruluğunu göstermedikleri takdirde müsadere edilmesi gibi) Kanundur.
Organize suçluluk ile mücadele açısından yapılan önemli bir yasal düzenleme de mafya tipi örgütler tarafından işlenen suçlarda “harici suç ortaklığı” olarak kabul edilebilecek eylemlerin yasal olarak tanımlanarak yaptırım altına alınmalarıdır. Harici suç ortaklığı kavramı içerisinde değerlendirilebilecek eylemler daha çok “beyaz yakalı suçluluk” diye adlandırabileceğimiz eylemlerde söz konusu olmaktadır. Zira çoğu kez çeşitli meslek profesyonelleri, girişimciler veya politikacılar eylem ve kararları ile Mafyayı beslemekte veya ondan beslenip güç almaktadır. Bu yasal düzenleme kullanılarak hakkında adli soruşturma başlatılan kişilerden en önemlisi ve bilineni önceki İtalyan Başbakanlarından Giulio Andreotti’dir.
Yapılan yasal değişikliklerle, İtalyan yargı sisteminde daha önceden olmayan, organize (mafya tipi) suçlulukla mücadele açısından idari ve adli hiyerarşi içerisinde faaliyette bulunan yeni kurumlar oluşturulmuştur. Bu çerçevede kolluk birimleri üzerinde ve onların faaliyetlerini koordine etmek amacıyla Anti-mafya Araştırma Başkanlığı (DIA) ile örgütlü olarak işlenen suçları soruşturmakla görevli özel yetkili Bölge Savcıları arasında koordinasyon sağlayan ve bilgi toplayarak yapılan soruşturmalara katkı sağlayan Örgütlü Suçlarla Mücadele Ulusal Başkanlığı (Başsavcılığı) (DNA) ve örgütlü suçları soruşturmaktan sorumlu Bölge Savcılıkları (Direzione Distrettuale Antimafia-DDA) oluşturulan önemli kurumlar arasındadır.
Savcıların bağımsızlığı Anayasal olarak teminat altına alınmıştır. Anayasada yer alan ve savcıların bağımsız şekilde çalışmalarını teminat altına alan ilkeleri aşağıdaki şekilde belirtebiliriz:
·         Soruşturma yapma zorunluluğu ilkesi: Savcılık, bir suçla ilgili haber aldığında soruşturma başlatmak zorundadır (İtalyan Anayasası m.112). Burada sonucun niteliği önemsizdir. Zira soruşturma başlatılması zorunlu olmak ile birlikte, soruşturma sonrasında dava açılması her olay için zorunlu değildir.
·         Coğrafi teminat ilkesi: Yasama veya yürütme organı hâkimlerde olduğu gibi, savcılık teminatı bağlamında savcıları görevlerinden alamazlar, başka bir görev yerine naklini sağlayamazlar. Savcıların görev yerleri kendileri istemedikçe değiştirilemez. İtalya Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu savcıların atamasını ve görev yerlerini değiştirmekle yetkili tek yetkili kurumdur. HSYK tarafından savcıların görev yerlerinin değiştirilmesi kişinin talebi yanında, disiplin soruşturması sonrasında da olabilir.
·         Adli kolluktan yararlanma ilkesi: Yapılan soruşturma ve kovuşturma aşamasında adli kolluk birimleri, yürütmeye bağlı olmayıp, yargının yetki ve sorumluluğu altında faaliyetlerini sürdürürler (İtalyan Anayasası m. 109).
Adli kolluk teminatı ile amaçlanan yasama ve yürütmenin keyfi karar ve uygulamaları ile adli kolluğa müdahale etmelerinin önüne geçmektir. İtalyan yargı sistemi ve çalışanları bu hükmün sağladığı güvence çerçevesinde örgütlü suçlulukla mücadelede önemli başarılar elde etmiş ve bu konuda sorun yaşayan ülkelere de güzel bir örnek teşkil etmiştir.
Yasama organı tarafından yukarıda belirtilen güvenceleri sınırlayan, bu ilkelere zarar veren tüm faaliyetleri Anayasa’ya aykırı olacaktır. Bu ise çıkartılan düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi tarafından iptalini sonuçlayacaktır. Yine buna paralel şekilde yürütme organı tarafından bu ilkelere zarar verecek işlem ve eylemler hem Anayasa’ya ve hem de buna paralel çıkartılan yasal düzenlemelere aykırılık teşkil edecektir.
Üç dereceli bir yargılımı sistemini benimseyen İtalya'da 26 istinaf Mahkemesi bulunan yer Başsavcılıkları nezdinde örgütlü suçlarla/mafya ile mücadele etmek üzere oluşturulan Bölge Savcılıkları (DDA) bulunmaktadır. Bu savcılar merkezi Roma'da, Yargıtay nezdinde faaliyette bulunan Örgütlü Suçlarla Mücadele Ulusal Başkanlığı (Başsavcılığı) (DNA)'nın koordinesinde çalışmaktadırlar. DNA'nın temel görevi bölge savcıları arasında koordinasyon sağlama, örgütlü suçlulukla ilgili bilgi toplama ve bunları değrelendirerek sonuç çıkartmaktır.
Örgütlü suçları soruşturmakla görevli bulunan savcıların yetkileri bulundukları bölgenin çoğrafi sınırları ile tahditli olmayıp, tüm ülke genelini kapsamaktadır. Bir olaya ilişkin olarak bir den fazla bölge savcısı tarafından soruşturma yapıldığını öğrenen DNA, her ikisinden gerekli bilgileri alarak, bu soruşturmanın hangisi tarafından yürütüleceğini kararlaştırır ve diğerinden tüm bilgi ve belgeleri buraya göndermesini ister. Bu nedenle her bölge savcılığı elde ettiği verileri, uyguladığı tedbirleri oluşturulan ve DNA nezdinde tutulan veri bankasına işlemek zorundadır.
Bölge savcıları arasındaki dosya dağılımı, ora Başsavcısı tarafından, uzmanlık ve yetkinlikleri, iş durumu gözönüne alınarak, yapılır. Kendisine tevzi edilen bir dosyanın Başsavcı tarafından alınması ancak yazılı bir talep ile söz konusu olabilir. Bu yazılı talepnamede Başsavcı neden ve niçin tevzi edilen bir dosyanın bir savcıdan alınarak başka birisine vermek istediği belirtmek zorundadır. Bu talepnameyi alan savcı, belirtilen gerekçeleri yerinde görmediği taktirde bu hususta karar verilmesi için bulunduğu yer komisyonuna itiraz ederek, dosyanın kendisinden alınmamasını isteyebilir. Bu halde nihai kararı ilgili komisyon verir.

İtalyan yargı sisteminde başlatılan soruşturmaların bitirilmesi açısından azami bir süre öngörülmüştür. Buna göre genel suçlar açısından bu süre 6 ay olup ağır suçlar açısından ise 1 yıldır. Bu süreler ön soruşturma hâkiminin yapacağı değerlendirme sonrasında genel suçlar açısından 6 ay, ağır suçlar açısından ise 1 yıl daha uzatılabilir. Toplam süre normal suçlar açısından 1 yıl, ağır suçlar açısından ise 2 yılı geçemez. Sürenin önemi ve yaptırım gücü, süre geçmesinden sonra elde edilen verilerin yargılama aşamasında hâkim tarafından değerlendirme dışı bırakılacak olmasıdır.
Genel suçlara hakkında yürütülen soruşturmalara ilişkin savcılık tarafından talep edilen soruşturmanın gizliliği süresinin bir 6 ay daha uzatılma talebi ön soruşturma hâkimi tarafından şüpheliye bildirilir. Ancak böyle bir bildirim örgütlü olarak işlenen suçlara ilişkin olarak yapılmaz. Bu örgütlü suçlara ilişkin olarak yürütülen soruşturmaların mahiyetinin bir gereğidir. Aksi durumda örgütlü suçlulukla mücadele imkânsız hale gelir. Hakkında alınan iletişimin denetlenmesi, ortam dinlenmesi, teknik araçlarla izleme gibi tedbirler anlamsız hale gelir. Bu ve benzeri soruşturma yöntem ve tekniklerinin kendisinden beklenen sonucu doğurması için muhatabının bu tedbirlerden haberdar olmaması gerekir.
Bölge Savcılarından sorumlu olan Başsavcıya karşı soruşturmanın gizliliği ilkesi uygulanmaz. Zira Bölge Savcıları, hiyerarşik işleyişte emrinde çalıştıkları Başsavcı adına faaliyetlerini yürütürler. Bu bağlamda Başsavcının talep ettikleri bilgi ve belgeleri kendisi ile paylaşmak zorundadırlar. Bu bilgilendirme çerçevesinde Başsavcı, Bölge Savcıları arasındaki iş bölümünü yapmakta, soruşturmaların geldiği safhayı kontrol edebilmekte, müdahale gereken bir konu olup olmadığını denetleyebilmektedir.
Soruşturma ve kovuşturma aşamasında mafya tipi suç örgütleri ile mücadeleyi kolaylaştıracak düzenlemeler yapılmıştır.
Bölge savcılıkları tarafından suç soruşturması çerçevesinde yapılacak adli dinlemeler kendi binalarında oluşturulan teknik altyapı ve teknik elemanlar kullanılmak suretiyle doğrudan emrinde çalışan adli kolluk görevlileri tarafından yerine getirilmektedir.
Dinlemeler hâkim kararı ile yapılır. Uygulanan bu tedbirlerin belirli bir süresi vardır. Dinlemelerin süresiz olarak yapılması düşünülemez. Dinleme kapsamında kalan ancak Bölge Savcılıklarının soruşturma yetkisine girmeyen suçlar açısından dinleme süresi 15 gün olup, bu süre 15’er günlük sürelerle uzatılabilir. Ancak her hâlükârda bu süre 1 yılı geçemez (İCUK m.267/3). Örgütlü suçlarda dinleme süresi 40 gün olup, bu süre 40’ar günlük süreler ile soruşturma hâkimi tarafından dosya üzerinden inceleme yapılarak uzatılabilir. Bu süre toplamda 2 yılı geçemez.
Örgütlü suçları yargılamakla görevli özel ve yetkili bir mahkeme yoktur. Bölge savcıları yaptıkları soruşturma sonrasında suç yeri doğrultusunda gerek bulundukları yer mahkemelerine ve gerekse başka yer mahkemelerine dava açabilmektedirler. Başka yer mahkemelerine açılan davalarda, davayı açan savcı söz konusu davayı bizzat takip eder.
İtalyan hukuk sistemi içerisinde mafya ile mücadele çerçevesinde oluşturulan normatif çerçevenin özelliklerinden kısaca bahsetmek gerekirse:
- Suç örgütleri tarafından daha çok işlenen suçlar yasal mevzuatta tanımlanmış ve müeyyide altına alınmıştır.
- Suç ve suçlulukla mücadele bağlamında etkin bir önleme sistemi kurularak, toplum açısından tehlikeli olabilecek oluşumların önüne geçilmeye çalışılmıştır.
- Örgütlü olarak işlenen suçların önlenmesi, araştırılması ve bastırılması için kolluk birimlerine ve adli makamlara özel yetkiler tanınmıştır (arama, telefon dinleme, teknik takip, gizli operasyonlar yapma, işbirliği yapan kişi ve kurumlar için ödüllendirme ve yargılamanın hızlı şekilde işlemesi için özel düzenlemeler getirme gibi).
- Organize suçlulukla etkin şekilde mücadele edilmesini temin için kolluk teşkilatı ve yargılama/soruşturma birimleri içerisinde özel yetkili organlar oluşturulmuş ve bunlar arasında etkin bir koordinasyon kurgulanmıştır.
- Suçla mücadele için ceza yaptırımlarına ek olarak, özel bazı düzenlemelerde çeşitli tedbirler uygulanmasına olanak sağlanmıştır.
- Savcıların yer itibariyle yetkileri genişletilmiştir.
- Adli kolluk ve silahlı kuvvetlerin normal yetki çevreleri dışında, ilgili birimler tarafından gerektiğinde kullanılmalarına olanak sağlanmıştır.
- Organize suçluluğun ekonomik ve sosyal hayatta etkin olmasını ve buralara sızmasını engelleyecek normlar getirilmiştir. Bu bağlamda ihale mevzuatı, finans piyasası ile ilgili hükümler, kamu idaresinin işleyişine ilişkin ilke ve prensipler, suç örgütü ile uzantılı kişi, kurum ve oluşumların buralarda varlık göstermesini engelleyecek şekilde yeniden tasarlanmıştır.


NOT: Yazarın aynı konudaki bilimsel makalesi Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisinin 5. sayısında yayımlanmıştır. Ulaşmak için  lütfen linki tıklayınız http://dergi.uyusmazlik.gov.tr/umd/5besincisayi/hasandursun.pdf

2 Nisan 2016 Cumartesi

LOMBROSO VE ERZURUMLU İBRAHİM HAKKININ GÖZÜNDEN : SUÇLU - KÖTÜ İNSAN


                             Yazar: Mustafa DOĞAN

İnsanın kendini tanıma yolculuğu muhtemelenilkin kendi bedenini tanımasıyla  başlamıştır. Gerçekten öyle değil midir?. İnsan minicik bir bebek iken ellerini gördüğünde, ayağını ağzına götürdüğünde ve kendi sesini duyduğunda nasıl heyecanlanır, merakla inceler, dinler, dokunur ve tadar.

İnsan vücudunun iyilik ve kötülükle ilişkisi, diğer alanlara nazaran  belki de en çok araştırılan konudur. İnsanın boyu, kemik yapısı, saç ve göz rengi, ırkı,  o kişinin iyi veya kötü olması ile  ilişkilendirilebilir mi? Bu soruyu "İnsan bedeni, suçlu bir kişiliğin tespitine imkan verir mi?"  şeklinde sormamız halinde cevap ne olabilir?

Kriminoloji suç ve suçluyu  inceleyen bilim dalıdır. Bu biliminin kurucularından kabul edilen ve ceza hukukuna pozitivizmin yöntemlerini kazandıran isimlerin en önemlisi hiç kuşkusuz Cesare Lombroso'dur. Lombrosso 1835 - 1909 yılları arasında yaşamıştır. Kendisi adli tıp profesörü olup, seneler boyunca,  suçluların bedenleri üzerinde çalışma şansı elde etmiştir. Çalışmaları sırasında "insan bedeni ile suç arasında ilişki kurulabilir mi?" sorusuna cevap aramıştır. Elde ettiği veriler ve ortaya çıkan istatistiki sonuçlar, suçlular arasında ortak noktaların bulunduğu göstermiştir. Belli kafatası ve kemik yapısına sahip olanların, belli bir iklim ve coğrafi bölgeden gelenlerin, ortak suç eğilimlerine sahip olduklarını tespit etmiştir.  Yapmış olduğu çalışmaları  bir kitapta toplayarak yayımlamıştır. Kitabının adı "Suçlu İnsan" dır. Lombrosso kitabında insanların, doğuştan gelen bedeni özelliklerinin o kişinin  suçlu olarak doğduğunu gösterdiği iddiasındadır. Kitabı ve görüşleri büyük yankı uyandırmıştır. Lombroso'ya  pek çok soru yöneltilmiş, kitapta ileri sürdüğü kimi görüşlerine kaynaklık eden verilerin elde edilme yöntemi, bu verilerle insanın suçlu doğmuş olmasının kabulünün mümkün olmadığı yönündeki eleştirilerin sonu gelmemiştir.  Bu alandaki pek çok eleştiriye rağmen Lombroso'nun görüşleri uygulamaya bile geçirilmiştir. Kimi polis şefleri Lombroso'nun işaret ettiği özelikleri taşıyanlara suçlu muamelesi yapılmış ve insanlar soruşturulmuştur. Lombroso'nun görüşleri düşünürler ve ceza hukukçuları tarafından tartışıladursun, uygulayıcılar suçluları daha iyi tanıma ve onlarla ilgili veri bankaları oluşturma gayretine girmişlerdir.  Önceleri kızgın demirlerle suçlunun sırtına, kol pazusuna veya baldırına yapılan mühürler, yerlerini suçluların  resimlerini çizip, ayak boylarını, kemik uzunluklarını ölçüp ve elde edilen verileri arşivlemeye dönüşmüştür. Tüm bu süreç parmak izi ve DNA'nın keşfi ile müthiş ilerlemeler kat etmiş, hatta insan beyninde bulunan "amigdala" adlı organ ile suç arasındaki ilişkiyi tartışmakta ve cevaplar bulmaktadır. Ancak soru değişmemiştir: "insan bedeni ile suç arasında ilişki kurulabilir mi". Bugün kriminoloji bilmi hala aynı soruya cevap aramakta, diğer bütün bilimleri de bu cevabı bulabilmek için seferber etmektedir.  

Batıda bunlar yaşanırken, doğuda yani bizim topraklarımızda neler oluyordu. Hukuk mekteplerinin öğretim görevlileri, ilmiye sınıfı, tıp ve sosyal bilimlerle meşgul olanların aklına   bu tür soruları sormak hiç mi gelmedi. Bu sorunun cevabını verilecek cevap tabii ki "evet" dir. Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın "Marifetname"si bunun en önemli örneğidir. Erzurumlu İbrahim Hakkı 1703-1780 yılları arasında yaşamıştır. Astronomi, fizik, psikoloji, sosyoloji ve din alanlarında pek çok çalışması vardır. En ünlü eseri bizim de belirttiğimiz gibi "Marifetname"dir. Marifetname astronomiden, tıbba ve sosyolojiye kadar pek çok alanda bilgi ihtiva etmektedir. Bizim bu yazımızla ve Lombrosso ile ilişkisi ise anatomi bilminden yararlanarak kaleme aldığı ve insan bedeni ile iyilik ve kötülük   arasındaki ilişkiyi ortaya koyan bölümlerdir. Bu bölümlerde insanının,  boy uzunluğu, kemik yapısı, yüz hatları, göz ve saç renkleri gibi onlarca hususiyet ile iyilik ve kötülük arasında irtibat kurulmuştur. İyilik ve kötülük kavramlarının,  ceza hukukundaki karşılıklarının suçlu ve masum olduğunu ifade edebiliriz.  İbrahim Hakkı bu irtibatı kurarken, anatomi bilginlerinin vermiş olduğu bilgilere göre diyerek ,bu bilgilerin kaynağının tıb biliminin verileri olduğunu ortaya koymuştur. Bu şekildeki bir atıf aslında bu bilgilerin halihazırda ve bir süredir doğu bilginlerinin elinde olduğunun en önemli göstergesidir.  Lombroso'nun fikirleri Batı'da büyük yankı uyandırırken, İbrahim Hakkı'nın fikirleri hakkında çok ciddi eleştiriler yapıldığına yönelik, daha doğrusu eleştirildiğine, bu tespitlerin akla ve bilme uygun olup olmadığının tartışıldığına veya  bu verilerin o dönem hukuk düşünürleri tarafından ciddiye alınıp,    kullanıldığına dair herhangi bir tespite rastlayamadık. Bunun sebebi, bahsedilen konuların doğulu bilginler arasında etraflıca tartışılmış ve eserlere yansıtılmış olması ve zaten bilinen şeyler olması,  Lombroso'nun fikirlerinin çok dikkat çekmesinin sebebinin ise aydınlanmanın ışığı ile yeni muhatap olan Avrupalı fikir ve bilim adamlarının ilk defa bu tür bilgilerin bu şekilde arzı ile muhatap olmalarıdır diye düşünüyoruz.

İki büyük bilim adamı birisi Doğu'nun diğeri Batı'nın ışığı. Lombroso'nun söyledikleri o güne kadar bilimsel bir yöntemle ve somut verilerle dile getirilmemişti. Farklıydı ve tartışmaya değerdi. Tartışıldı, bu tartışma Kriminoloj'yi doğurdu, ceza hukukuna pozitivizmi kazandırdı. Aynı düşünceleri O'ndan yüzyıl kadar  önce Doğu'nun ışığı olan Erzurumlu İbrahim Hakkı'da dile getirmişti. Ancak O'nun ışığı bizim hukukumuzu bu şekilde aydınlatamadı, bizde kriminolojinin doğumuna vesile olmadı, bırakın pozitivizmi, tıb ve anatomi biliminin verilerinin hukuk biliminde, özellikle ceza hukukunda kullanılmasının mümkün olup olmadığı dahi tartışılmadı. Açıkçası tartışılıp tartışılmadığı dahi bilinmemektedir.  Bugün bile bu mesafeli duruş değişmemiştir. Peki bunları bilmeye ihtiyaç var mıdır? Sizce?